MÜSİAD, “Kanaat Ekonomisi” Raporuyla Sürdürülebilir Kalkınma Modelini Açıkladı

Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Mahmut Asmalı, “kanaat ekonomisi” kavramının yatırımları veya büyümeyi kısıtlayan bir anlayış olmadığını vurguladı. Asmalı, “Aksine, bu kavram sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmanın temelini oluşturan bir zemindir. Bu yaklaşım ile Türkiye’nin uluslararası alandaki rakipleri nezdinde rekabet üstünlüğünü sürdürmesi amaçlanmaktadır,” ifadelerini kullandı.

Uluslararası Teknolojik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (UTESAV) tarafından MÜSİAD’ın destekleriyle kaleme alınan “Tüketim Ekonomisinden Kanaat Ekonomisine” başlıklı rapor, düzenlenen bir toplantıyla kamuoyuna tanıtıldı. Raporun tanıtım etkinliğinde MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı, UTESAV Mütevelli Heyeti Başkanı ve MÜSİAD Genel Başkan Vekili Ahmet Doğan Alperen ile raporun editör ve yazarlığını üstlenen Prof. Dr. Nurullah Gür’ün yanı sıra çok sayıda davetli hazır bulundu.

Etkinlikte bir konuşma yapan Başkan Asmalı, raporun ekonomik sistemin üç temel unsuru olan bireyler, şirketler ve devlet nezdinde savurganlığın engellenmesi ile kaynakların verimli değerlendirilmesi zorunluluğuna dikkat çektiğini belirtti. Her bir aktör için farklı konulara odaklanıldığını ifade eden Asmalı, şöyle konuştu:
“Bireyler ve hane halkları için aşırı tüketim alışkanlıkları üzerinde durduk. Şirketler boyutunda döngüsel ekonomi modelini merkeze aldık. Devletin fonksiyonu ise kamu harcamaları ve kaynakların verimli yönetimiyle bağlantılı olacak. Bu çerçevede, tasarruf ve kaynakların verimli kullanılması her üç aktör için de hayati bir rol oynamaktadır. Fakat raporda da vurgulandığı üzere, amacımızın katı kemer sıkma politikaları uygulamak veya ekonomiyi lüzumsuz yere küçültmek olmadığını özellikle belirtmek gerekir. Zira bazı alanlarda yapılacak aşırı tasarruflar ekonomik, toplumsal ve çevresel problemlerin çözümüne ket vurabilir. Kanaat ekonomisiyle anlatmak istediğimiz, yatırımların ve büyümenin frenlendiği bir yapı değildir; tam tersine, sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın sağlandığı bir platformdur. Bu bakış açısı, Türkiye’nin küresel sahadaki rakipleri karşısında rekabetçi konumunu muhafaza etmesini amaçlar. Tüketim, yatırım ve büyüme süreçlerindeki aşırılıkları ortadan kaldırarak ekonomimizin direncini artırmak ve finansal bunalımlar ile ekolojik afetlere karşı daha dayanıklı bir yapıya kavuşmak öncelikli hedeflerimiz olmalıdır.”

Ekonominin ana problemlerinin, sınırlı kaynaklar ile sınırsız insan ihtiyaçları arasındaki dengesizlikten doğduğunu vurgulayan Asmalı, bu kısıtlı kaynakların ne yönde kullanıldığının asıl mesele olduğunu ifade etti. Ekonomik hedeflerin doğru saptanmasının, israfın engellenmesinin ve kaynakların verimli değerlendirilmesinin büyük bir ehemmiyet arz ettiğini belirterek konuşmasına şu şekilde devam etti: “Bahsedilen bu üç ilke, birey, şirket ve devlet dahil olmak üzere tüm ekonomik birimler için hayati derecede mühimdir. Kaynakların boşa harcanması, lüzumsuz tüketimi ve aşırı borçlanmayı körükleyerek hem finansal hem de ekolojik buhranlara zemin hazırlamaktadır. Aşırı tüketimin en belirgin göstergelerinden birisi gıda israfıdır. Küresel çapta üretilen gıdanın yaklaşık yüzde 20’si ziyan olmakta veya çöpe gitmektedir. Bu kaybın senelik ekonomik karşılığı ise takriben 1 trilyon dolar seviyesindedir.”

**”GİRDİ MALİYETLERİNİN DENETİMİ HAYATİ ÖNEM TAŞIYOR”**

Asmalı, firmalar için kaynakların doğru şekilde kullanılmasının bir öncelik olması gerektiğinin altını çizdi. Kaynakların verimli kullanılmasının şirketlerin kârlılığı için de kritik bir faktör olduğunu belirten Asmalı, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu konu genellikle ihmal edilen bir noktadır. İnşaat sektöründeki meslektaşlarımıza da şu öneriyi yapıyoruz: Maliyeti 100 lira olan bir ürünü yüzde 10 kârla 110 liraya satmak yerine, maliyeti yüzde 10 düşürerek 90 liraya indirdiğinizde kârınız 20 liraya yükselir. Bu durumda, yüzde 10’luk bir maliyet düşüşü, kârı yüzde 100 oranında artırır. Bu sebeple girdi maliyetlerini denetim altında tutmak son derece mühimdir. İsrafı engellemek ve kaynakları daha verimli değerlendirmek amacıyla reel sektörün döngüsel ekonomi modelini benimsemesi çok önemli bir adımdır. Döngüsel ekonomi, atık seviyesini minimuma düşürerek ürün ve materyallerin ekonomik döngüde olabildiğince uzun süre kalmasını amaçlayan bir sistemdir.”

Asmalı, toplam harcamalarda bireylerin ve şirketlerin payı daha yüksek olsa da devletin ekonomideki fonksiyonunun da büyük bir öneme sahip olduğunu belirtti. Devletin, bir yandan tüketim ve yatırım harcamalarıyla ekonomiye doğrudan tesir ettiğini, diğer yandan düzenleyici, denetleyici, koordine edici ve piyasa oluşturucu rolleriyle ekonominin bütünü üzerinde belirleyici bir güce sahip olduğunu ifade etti. Küresel olarak kamu sektörü harcamalarında bir artış trendi gözlendiğini ve bunun da kamu harcamalarının verimliliğini daha kritik kıldığını söyleyen Asmalı, “Fakat israfı engellemenin yolu devleti küçültmekten geçmez; asıl mesele, kamunun daha verimli çalışmasını sağlamaktır.” şeklinde konuştu.

**”DÖNGÜSEL EKONOMİ KAYNAK VERİMLİLİĞİNİ YÜZDE 3 ARTIRIYOR”**

Raporun editörlüğünü ve yazarlığını yapan Prof. Dr. Nurullah Gür ise tasarruf ve kaynakların verimli kullanımı konularına bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşılması gerektiğinin altını çizdi. Ekonomideki bütün aktörlerin bu hususta sorumluluk taşıdığını dile getiren Gür, şunları söyledi: “Raporumuzu hane halkı, firmalar ve devlet olmak üzere üç ana eksende kurguladık. Yaptığımız analizlerde, döngüsel ekonomi modeline geçişin şirketlerde kaynak verimliliğini yüzde 3 seviyesinde yükselttiğini saptadık. Bu modelin küresel çapta benimsenmesi durumunda orta vadede 4 trilyon dolarlık bir ekonomik değer yaratma potansiyeli bulunmaktadır.”

Prof. Dr. Gür, Türkiye’de tasarruf stokunun milli gelire oranının yüzde 33 seviyesinde olduğunu, bu oranın gelişmekte olan diğer ülkelerde ise yüzde 40 civarında seyrettiğini aktardı. Aradaki 7-8 puanlık açığın cari açık olarak ekonomiye yansıdığına işaret eden Gür, konuya ilişkin şu yorumu yaptı: “Sorun yalnızca bireylerin daha az tasarruf yapmasıyla sınırlı değil. Aynı zamanda mevcut tasarruflarımızı ekonomiye verimli bir şekilde kanalize etme konusunda da zorluklar yaşıyoruz. Bununla birlikte, Türkiye’deki tasarrufların bir bölümünün kayıt dışında olduğu da bir gerçektir. Bu kayıt dışı birikimleri ekonomiye dahil etmek için çeşitli politikalar geliştirilse de bu realiteyi de hesaba katmak zorundayız.”