-
- Yazan, Berza Şimşek
- Unvan, BBC Türkçe
- X,
-
21 Mayıs 2025
PKK’nın kendini feshetme kararının ardından Türkiye için silahların sustuğu yeni bir dönem ihtimali belirdi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan süreçte siyasi partilerden ve örgütten ardı ardına açıklamalar geliyor.
Ankara bundan sonraki adımları tartışıyor. Mecliste bir komisyon kurulması, silahların Kuzey Irak’ta teslim edilmesi gibi formüller gündemde.
Ama bazı evlerde barış ihtimali çok daha kişisel.
Sözleşmeli er Celal Tekedereli Kuzey Irak’ta PKK ile çatışmalar sırasında öldü.
Annesi Aynur Tekedereli “Evlat vermek çok zor bir şey” diyor.
Süreçle ilgili fikirlerinin sorulmamasına kırgın olduğunu söylüyor, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılma ihtimaline ise şüpheyle yaklaşıyor.
Şiyar Al‘ın sokağa çıkma yasakları sırasında Cizre’de öldüğüne inanılıyor.
Annesi Emine Al, örgüte katılmasına giden süreçte oğlunun yıllarca ayrımcılığa uğradığını söylüyor.
PKK lideri Abdullah Öcalan ne derse destekleyeceklerini söylüyor ama ekliyor:
“Benimki gitti [öldü], başkasınınki gitmesin dedim. Yeter dedim, bir an önce bu akan kan dursun, artık barış olsun.”
Şimdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan bir adım beklediğini söylüyor.
Korucu Mehmet Bayhan, 1997’de PKK saldırısında öldü.
Oğlu Habip Bayhan babasını ve çocukluğunu anlatırken devlete desteğini vurguluyor.
Kürtlerin kendi içlerinde barışma ihtimali ile ilgili “Biz kardeş kardeş yaşamayı da biliriz” diyor ama adım atması gereken tarafın PKK olduğunu düşünüyor:
“Bir şehit çocuğu olarak bu olayların bitmesini istiyorum. Artık haklı ya da haksızı geçtik, bitti. Yeter. [PKK] devletin uzatmış olduğu zeytin dalına bir zahmet icabet etsin.”
Celal Tekedereli, Şiyar Al ve Mehmet Bayhan PKK ile 40 yıl süren çatışmalarda hayatını kaybettiği tahmin edilen 40 bin kişiden üçü.
Aileleri onların hikayesini ve PKK’nın fesih kararına nasıl baktıklarını anlattı.
Celal Tekedereli
Aynur Tekedereli’nin Malatya’daki evindeyiz. Elli dört yaşında, Malatya Pütürgeli bir Kürt.
Salonun baş köşesinde oğlunun askerlik fotoğrafları ve şehadet belgesi duruyor.
Oğlu Celal Tekedereli 2022 yılında Kuzey Irak’ta sözleşmeli er olarak çalıştığı sırada öldüğünde 25 yaşındaydı.
Aynur Hanım, oğlunun nöbet sonrası çadırda uyurken PKK tarafından öldürüldüğünü söylüyor:
“O şehit olduktan sonra her şey bitti benim için. Sanki hayat durdu.”
Kaynak, Malatya Valiliği
Aynur Tekedereli, “Evlat vermek çok zor bir şey. Bir yandan da gururluyum, şehit annesiyim. Herkes saygı gösteriyor. Askerlerimiz de Allah razı olsun hiç bizi [yalnız] bırakmıyorlar” diyor.
Çatışmaların durmasını istiyor ama barış sürecini desteklemiyor. PKK militanlarının Türkiye’ye geri dönüp ileride saldırı düzenlemesinden korkuyor.
“Çadıra girip çocuğumu taradıkları zaman videolarını bile çekmişler. Onlara güven olur mu?” diyor.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin mecliste PKK lideri Abdullah Öcalan’a yaptığı çağrıya üzüldüğünü söylüyor:
“Vallahi çok üzüldük. Bizleri düşünmeden, bize sormadan… Bizim gazilerimiz var. Kiminin gözü yok, kiminin kolu yok, kiminin bacağı yok.”
“Kırgınım çünkü şehit aileleri, gazi aileleri, hiçbiri çağrılmadı. Hani ‘Siz ne istiyorsunuz?’ diye sormadılar.”
Aynur Tekedereli “kandırılarak ya da tehditle” örgüte katılan gençlere de üzüldüğünü söylüyor. “Allah yardım etsin o annelere de” diye ekliyor.
Suça karışmamış PKK’lıların Türkiye’de serbestçe yaşamasına karşı değil.
Ama Öcalan’ın serbest kalmasını istemiyor.
Devlete hitaben “Güveniyorlar mı acaba ona? Güvenip mi çıkaracaklar? Bütün Türkiye’yi koruyabilecekler mi acaba? Çıktıktan sonra ortalık karıştı mı bastırabilecekler mi?” diye soruyor.
PKK’ya çağrısı şu:
“Pişmanlık duysunlar. Kardeşe kardeşi vurdurtmasınlar. Onların anne babaları da var. Yazıktır. Bıraksınlar. Söz versinler.”
Şiyar Al
Emine Al ile Diyarbakır’daki evinde buluşuyoruz.
Duvarlarda oğlu Şiyar ve kızı Gülistan’ın resimleri var.
Şiyar PKK’ya katılmış; annesi Cizre’de bodrumlarda öldüğünü söylüyor.
Gülistan “örgüt üyeliğinden” hüküm giymiş.
Emine Al, Diyarbakır’ın Çermik ilçesinde doğmuş. Okula hiç gitmemiş. Çocukluğunun çobanlıkla geçtiğini, 16 yaşında evlendiğini anlatıyor. Altı çocuk annesi.
2000’lerin başında ekonomik nedenlerden Antalya’ya taşındıklarında “Kürt oldukları için” aylarca iş ve kalacak ev bulamadıklarını söylüyor:
“Harabe halinde, farelerle dolu, içinde hayvan besledikleri evi bile bize kiraya vermiyorlardı. Düşünün.”
Ev bulduklarında ise bir komşularının gelip “Siz teröristsiniz, gelmeyin buraya. Sizi kesinlikle içimizde istemiyoruz” dediğini söylüyor.
Çocukları, komşularının nar ağaçlarının altından geçerek okula gidiyormuş. Komşunun her gün gelip çaldılar mı diye narlarını saydığını anlatıyor.
Çocuklarının Türkçe’yi iyi konuşamadıkları için arkadaşlarının dalga konusu olduklarını anlatıyor.
Ama asıl sorunların oğlu Şiyar ve kızı Gülistan’ın üniversite yıllarında başladığını söylüyor.
Şiyar, Isparta’daki bir üniversitenin iki yıllık bölümünü kazanmış.
“Oğlum yurtta sorunlar yaşamaya başladı. Akşam odasına geldiğinde yatağının üstüne Türk bayrağı serildiğini görüyor. Her akşam bunu yaşıyor, kendisi bana anlattı. Ona ‘Ya bize katılırsın, ya da sana bu üniversitede okumak yok’ demiş ülkücüler.”
Zaman içerisinde Türk ve Kürt öğrencileri arasında kavgalar da yaşanmış.
“Oğlum bana ‘Anne bize saldırıyorlar’ diyordu. Bütün bu olanları oğlum kabullenemiyordu. Artık anladı ki Kürt olmak öteki olmak. Gerçekten oğlumu bu duruma getiren yaşadığı ayrımcılık oldu.”
Emine Al, oğlunun zaman zaman PKK’ya katılacağını söylediğini, onu durdurmaya çalıştığını anlatıyor.
Şubat 2014’te Şiyar telefonunu kapattıktan sonra ailesiyle bir daha doğrudan hiç haberleşmemiş.
Emine Al, örgüte katıldığını anlayınca çok ağladığını söylüyor. “[Gelirse diye] geceleri evin kapısını açık bırakıyordum” diyor.
Oğlunun ölümünü ise 1,5 yıl geç öğrenmiş.
2015 sokağa çıkma yasakları sırasında Cizre’de olan birinin oğlunun bodrumlarda öldüğünü haber verdiğini söylüyor.
Bunun üzerine cenazeyi Silopi’deki Kimsesizler Mezarlığı’ndan aldıklarını ve Diyarbakır’da bir gece güvenlik güçleri eşliğinde “apar topar” gömdüklerini anlatıyor.
Aileye göre yetkililer Şiyar’ın kimliğini parmak izi incelemesiyle tespit ettiklerini söyledi. Ancak Emine Al, kendilerine DNA raporu verilmediğini vurguluyor.
Gülistan’ın, kardeşi Şiyar ile ilgili yazdığı kitapta da 1994 doğumlu gencin Cizre’de öldüğü söyleniyor. Ancak ölüm tarihi 2015 değil 2016 olarak geçiyor.
Abdullah Öcalan’ın mektubunu duyduğunda, önce oğlunu düşündüğünü söylüyor.
“Benimki gitti [öldü], başkasınınki gitmesin dedim. Yeter dedim, bir an önce bu akan kan dursun, artık barış olsun.”
Öcalan ne derse destekleyeceklerini söylüyor.
“Ama şimdi bir an önce devlet de bir adım atsın ki barış gelsin. Hep bizim tarafımızdan barışa dair adımlar atılıyor. [Cumhurbaşkanı Recep Tayyip] Erdoğan’ın da çıkıp bir karşılık vermesi gerekiyor.”
Emine Al, “Çocukları bodrumlarda öldürdükleri, Sur’da öldürdükleri için devlete güvenmediğini” söylüyor.
Al’ın kızı Gülistan da hendek eylemlerine katıldığı gerekçesiyle silahlı örgüt üyesi olmaktan müebbet hapse çarptırılmış.
Şu an cezaevinde.
Emine Al, Öcalan’ın ve cezaevindeki hasta hükümlülerin serbest kalmasını istiyor. Kürt kimliğinin kabul edilmesini ve anadilde eğitim talep ediyor.
“Biz Türkiye’den şikayetçi değiliz. Türkiye hepimizindir. Kürdündür, Türkündür, beraber kazanmışlar. İçinde yaşayan bütün halklarındır. Bizim tek sorunumuz kimliğimiz, tanınmamamız” diyor ve ekliyor:
“Benim oğlum Kürt hakları için kendi iradesiyle gitti, kimse oğlumu kandırmadı. Gitmeselerdi belki bugün barış olamayacaktı.”
Asker, polis, korucu annelerine de sokağa çıkıp barış talep etmeleri çağrısı yapıyor:
“Tüm Türk ve Kürt annelerine çağrım şu; beraber olup barış isteyelim ve bu barışı getirelim.”
Mehmet Bayhan
1997 yılı.
Korucu Mehmet Bayhan, Diyarbakır’ın Silvan ilçesinin Boyunlu köyünde PKK tarafından açılan ateş sonucu henüz 23 yaşındayken hayatını kaybettiğinde, oğlu Habip bir yaşındaydı.
Habip Bayhan, resmi kayıtlara göre şu an 29 yaşında. Bölgede nüfusa geç kaydolunduğu için daha büyük olduğunu tahmin ediyor.
Evli ve üç çocuklu. Örgütten uzak durmaları için çevre baskısıyla erken evlendiğini söylüyor. “Bizim bölgemizin erken evliliklerinin sebebinin çoğu budur” diyor.
Kamuda çalışıyor; kendini “devletçi” olarak tanımlıyor.
90’lı yılların başında PKK’nın kendilerine katılmaları için baskı kurmak üzere sık sık köylerini bastığını, bir evi yakmaları sonucu bütün köyün korucu olduğunu anlatıyor.
PKK’yı neden desteklemediklerini anlatırken ailesinin “dindar ve vatanına bağlı” olduğunu vrguluyor:
“Şu anda da karşıyız. Çözüm süreci olmasa, aynı şekilde terörle mücadele etmeye hazırız.”
Akrabaları arasında da PKK’nın saldırılarında hayatını kaybeden ya da yaralanan çok sayıda kişi olduğunu söylüyor.
O da üniversiteye gidene kadar Silvan’daki korucu köyü Onbaşılar’da “çatışmaların ortasında” büyümüş.
Bir gün evde saklanırken kuzenini mermilerin beş-altı kilometre öteden gelemeyeceğini söyleyerek sakinleştirdiğini anlatıyor.
“Silahların menzilini biliyorduk biz. Bir çocuğun silahların menzilini bilmemesi gerekiyor” diyor.
Annesinin babasının mezarına yakın olmak için köyden dışarı çıkmadığını, dedesiyle babaannesinin ölene kadar “Mehmet, Mehmet” diye sayıkladığını söylüyor.
“Bir şehit çocuğu olarak bu olayların bitmesini istiyorum. Artık haklı ya da haksızı geçtik, bitti. Yeter. [PKK] devletin uzatmış olduğu zeytin dalına bir zahmet icabet etsin.”
PKK’nın silah bırakmasını “çok olumlu bir adım” olarak değerlendiriyor, ancak örgüte güvenmediğini ekliyor.
Bu yüzden silahların “gömülmek yerine devlete teslim edilmesi gerektiğini” söylüyor.
Peki Kürtler kendi aralarında barışabilecek mi? PKK’ya katılanlarla, ordunun yanında yer alanlar kucaklaşabilecek mi?
Habip Bayhan bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
“Örneğin benim bir akrabam dağda ölmüş olabilir. Biz onlarla kucaklaşmaya hazırız. Kürtler kendi arasında zaten barışık. Bunun en büyük örneğini yakın zamanda vefat eden Sırrı Süreyya Önder’in hastane ziyaretinde gördük. Mesela Hüda-Par milletvekili gidip ziyaret etti ki birbirinden nefret eden iki parti.”
Öcalan’a tanınması tartışılan ‘umut hakkı’ ihtimaliyle ilgili, “devletin vereceği kararı tartışmaya açmayacaklarını, destekleyeceklerini” söylüyor.
Kaynak, Habip Bayhan
Halen PKK’da ya da örgüt üyeliğinden cezaevinde olanların insanları öldürüp yaralamadılarsa Türkiye’de serbestçe yaşamalarına karşı çıkmayacağını söylüyor, “Kardeş kardeş yaşamayı da biliriz” diyor.
Fakat ekliyor:
“Ama şimdi ben babamın katilinin ya da o emri verenin dışarıda dolaşmasını da istemem.”
Her şeye rağmen Türklerle Kürtler arasında düşmanca hislerin olmadığını düşünüyor.
“Şu an benim bir sürü yengem Türk. Bir damadım var burada, babamın amcasının kızıyla evli, polis ve Türk. Amcamın kardeşi dağda öldürülmüş. Demek ki biz zaten bazı şeyleri aştık.”
Barış sürecine tepki gösteren, “kendini milliyetçi ya da Atatürkçü olarak nitelendiren” kişilere de itiraz ediyor:
“Kardeşim senin evinde daha önce helva pişmedi. Dışarıdan gelen helva tatlı gelir. Ama o insanın evinde piştiği zaman, o lanet bir şeydir.”
“Biz barışmaya hazırsak, babamızı kaybetmiş bir aile olarak, emin olun ailesinden kimseyi kaybetmemiş olanlar hayli hayli [barışır]… Çünkü burada asıl bizim barışmamız gerekiyordu. Bizim nazlanmamız gerekiyordu.
“Biz olayların bitmesini istiyoruz. Çünkü insan ailesinden birisini kaybettikten sonra artık kaybedecek neyi var ki? Hiçbir şey yok.”