Değişen İlişkiler, Sessiz Kalan Vicdanlar ve Hollanda’da Yükselen Umut Dalgası

Ankara’daki okul hayatımı henüz tamamlamışken, yıllar evvel yolum Hollanda’ya düştü. Geride bıraktığım arkadaşların yokluğu, içimde derin bir sızıya neden olmuştu. Başlangıçta uzun yıllar mektuplarla devam eden iletişimimiz, zamanla bir dönüşüm geçirdi; mektupların yerini önce kartpostallar, ardından e-postalar, daha sonra da kısa mesajlar ve nihayetinde kısa sesli notlar aldı. Günümüzde ise diyaloglarımız çoğunlukla tek kelimelik cevaplarla sınırlı kalıyor. İnsanlar adeta yazmanın ve okumanın keyfini unutmuş gibi. Belki de bizim kuşağımızın çağı gerçekten de sona eriyor…

O zamanlar sadece arkadaşlık bağları değil, düşünce dünyası da çok daha çeşitliydi. Gezegenin neresinde bir adaletsizlik yaşansa, sesimizi yükseltmekten geri durmazdık. O dönemde geldiğim bu yeni memlekette, birbirinden farklı görüşler ve canlı muhalif hareketler mevcuttu. Ancak zaman içinde önce sağ, peşinden de sol partiler birleşme yoluna gitti. Bu süreçte sağ ve sol siyaset, giderek birbirine benzer bir hal alarak merkezde birleşti. Gelinen noktada ise eski sağ ve sol ideolojiler arasında neredeyse hiçbir ayrım kalmadı.

Toplumsal güven iklimi, yerini denetim mekanizmalarına terk etti. Artık yalnızca Türkiye’de değil, Hollanda’da dahi insanlar iletişim kurarken kelimelerini dikkatle seçmek zorunda kalıyor. Halbuki geçmişte, dünyanın herhangi bir yerinde bir insan hakları suistimali olduğunda küresel bir tepki oluşur ve ilgili ülkelere yaptırımlar uygulanırdı; Türkiye dahi bu yaptırımlarla yüzleşmişti. Günümüzde ise herkes kendi sorunlarına odaklanmış bir halde. Çok yakınımızda insanlar katledilirken ve temel özgürlükler hiçe sayılırken, genel bir görmezden gelme ve duymazdan gelme hali hakim. Filistin bu durumun en trajik örneğidir. Bölgede sivil halk, kadınlar ve çocuklar sistematik olarak ortadan kaldırılırken ve neredeyse hiç insan bırakılmazken, dünya bu duruma karşı sessizliğini koruyor. Hatta İsrail’e destek veren beyanlar bile duyulabiliyor.

Tam da her şeyin derin bir sessizliğe büründüğü ve umutların tükendiği bir anda, geçtiğimiz ayın ortalarında içimizi ferahlatan ve yeniden umut yeşerten bir olaya şahitlik ettik. Aralarında Greenpeace, Uluslararası Af Örgütü, Sınır Tanımayan Doktorlar ve “Başka Bir Yahudi Sesi”nin de bulunduğu 53 kurumun davetiyle, 100 bini aşkın kişi Lahey kentinde bir araya geldi. İsrail’in saldırıları altındaki Gazze’de yaşanan insanlık dramına dikkat çeken bu protesto, Hollanda’nın “son 20 yıldaki en büyük kitlesel gösterisi” olarak tarihe geçti ve sessizliği bir çığlıkla bozdu.

Gösteriye katılanların ezici bir çoğunluğunun Hollanda vatandaşı olması, olayın en çarpıcı detayı olarak öne çıktı. Normalde bu tip protestolarda göçmen kökenli toplulukların ağırlıkta olması beklenirken, bu kez durum farklıydı. Maalesef, bu eyleme kendi insanlarımızın ilgisi oldukça sınırlı kaldı.

Protestocuların giydiği kırmızı kıyafetler sayesinde meydan, devasa bir kırmızı çizgi halini almıştı. Bu görüntüyle Lahey, dünyaya sessiz ama son derece kuvvetli bir mesaj iletiyordu: “Yeter artık!” Bu kitlesel tepkinin ardından, Hollanda Dışişleri Bakanı Caspar Veldkamp geçtiğimiz haftalarda İsrail’i ilk kez bu kadar net bir dille eleştiren bir açıklama yaptı. Bakan, İsrail’in Gazze’ye giden insani yardımları engelleyerek temel insan haklarını ihlal ettiğini belirtti. Veldkamp ayrıca, Avrupa Birliği ile İsrail arasındaki anlaşmaların çiğnenmesiyle ilgili Avrupa çapında bir soruşturma açılması teklifinde bulundu. Tüm bu gelişmeler hükümetin İsrail politikasında bir miktar yön değişikliği olarak değerlendirilse de, protestoyu tertipleyen organizasyonlar henüz elle tutulur adımların atılmadığını savunuyor.

Uluslararası Af Örgütü, gösterinin ardından yaptığı açıklamada mücadelenin süreceği mesajını verdi: “Bu eyleme katılarak bunu mümkün kılan herkese kalpten teşekkür ederiz! Fakat işimiz henüz tamamlanmadı. Mücadeleyi sürdürmek şimdi her zamankinden daha büyük önem taşıyor. Bu sebeple, lütfen eylemlerinize devam edin ve sesinizi yükseltmeyi sürdürün.”

O gün Lahey sokaklarına bir kırmızı çizgi çekilmiş oldu. Ancak asıl önemli çizgi, vicdan ile duyarsızlık arasına, hepimizin kalbine çekildi.