İngiltere’de bir çocuğun Yüksek Mahkeme’ye yaptığı başvuru, ebeveyn hakları ile çocukların özerkliği arasındaki hassas dengeye dair tartışmaları yeniden alevlendirdi ve büyük dikkat çekti. İngiltere’de doğup büyümüş olan ve anavatanı Gana’ya yalnızca tatil dönemlerinde akrabalarını görmeye giden çocuk, son seyahatlerinin hasta olan babaannesini ziyaret amacı taşıdığını düşünüyordu. Ancak, bu gidişin bir dönüşü olmayacağından habersizdi. Ailesi, bu planı kendisine önceden bildirmeksizin onu Gana’da bir yatılı okula yerleştirdi. Eğitimine bundan sonra orada devam edeceğini ve akrabalarının kendisine bakacağını söyleyen ebeveynler, gözü yaşlı çocuklarını arkalarında bırakarak ve şüphesiz kendi kederlerini de içlerine atarak İngiltere’ye geri döndüler.
**İNGİLİZ YETKİLİLERE ULAŞTI**
Bu durumla sarsılan ve ailesine sözünü dinletemeyen, adı S. olarak geçen genç, çareyi yasal yollara başvurmakta buldu. İlk adım olarak Gana’nın başkenti Akra’daki İngiliz Yüksek Komisyonu’na bir e-posta göndererek “korkmuş ve çaresiz olduğunu” yazıp yardım talep etti. Daha sonra Sınırlarüstü Çocuk ve Aileler Kurumu aracılığıyla uluslararası aile hukuku avukatlarıyla temasa geçti ve birlikte sorununu Yüksek Mahkeme’ye taşıdılar. Annesiyle babasının kendisine danışmadan aldığı bu karara şiddetle karşı çıkan S., “Cehennemde yaşıyor gibiyim, bunu hak etmiyorum. En kısa zamanda İngiltere’deki evime ve eski okuluma dönmek istiyorum” ifadelerini kullandı. Yeni okulunda kötü muameleye maruz kaldığını ve ortama alışamadığını iddia eden çocuk, geri dönebilmesi için bir karar alınması yönünde adeta yalvarıyordu.
**TEHLİKELİ DAVRANIŞLAR…**
Yargıç ise S.’nin bu yakarışlarına kulak asmadı ve çocuğun başvurusunu geri çevirdi. Ancak bu ret kararı, “ailen en iyisini bilir” gibi basit bir yaklaşıma dayanmıyordu; ailenin sunduğu gerekçeler oldukça ciddiydi. Gözü yaşlı anne, mahkemede “oğlunun İngiltere’de hayatta kalacağına inanmadığını ve onun yıkımına ortak olmak istemediğini” dile getirmişti. Anne ve baba, mahkemede bu planı yalnızca S.’nin “iyiliği için yapmak zorunda kaldıklarını” ve onun can güvenliğinden endişe duyduklarını ifade etti. Bu durumun bir ceza olmadığını, aksine onu korumaya yönelik bir önlem olduğunu vurguladılar. Ailenin avukatları ise çocuğun okulda devamsızlık yaptığını, kaynağı açıklanamayan paralar bulduğunu, sürekli yeni şeyler satın aldığını ve hatta silah taşıdığını içeren tehlikeli davranışları olduğunu ileri sürdü. Okul idaresinin de bu şüphe ve kaygıları paylaştığı belirtildi.
Buna ek olarak avukat, ocak ayında bir otobüste bıçaklanarak hayatını kaybeden 14 yaşındaki Kelyan Bokassa cinayetine atıfta bulunarak, bu tür nedensiz saldırıların “her ebeveynin en büyük kâbusu” olduğunu söyledi. Son zamanlarda bu tür haberlerin art arda gelmesi, ailelerin endişelerini doruk noktasına çıkarıyordu. Nitekim 3 Şubat’ta 15 yaşındaki Harvey Willgoose’un lisede kalbinden bıçaklanarak öldürülmesi ve aynı yaştaki bir başka çocuğun, bir genci okulda av bıçağıyla öldürdüğünü itiraf etmesi bu korkuları haklı çıkarır nitelikteydi. Benzer şekilde, İstanbul’da nedensiz yere vahşice bıçaklanarak öldürülen Mattia Ahmet Minguzzi’nin yürek yakan hikâyesi ve acılı ailesinin yaşadıkları da yakından biliniyor. Tehlikeyi hisseden ailenin S.’yi alelacele götürmesi anlaşılabilir bir durum olsa da, S. aynı fikirde değildi. Genç, “bazı davranışlarının kötü olduğunu kabul etse de hiçbir zaman bir çetenin parçası olmadığını, bu tür şeylerle ilgilenmediğini, çeteye dahil olan kimseyi tanımadığını ve bıçak taşımadığını” iddia etti. Dava, ebeveynlerin çocuklarını rızası olmadan yatılı okula göndererek ebeveyn sorumluluğu kapsamında hukuka aykırı davranıp davranmadığına da odaklandı.
Yargıç, kararını açıklarken şu değerlendirmeyi yaptı: “Bir çocuğu yetiştirecek en iyi kişi onun doğal ebeveynidir. Çocuğun ahlaki ve fiziksel sağlığı tehlikede olmadığı sürece, ebeveynin akıllı veya aptal, zengin veya fakir, eğitimli ya da cahil olmasının bir önemi yoktur. Kamu otoriteleri doğayı iyileştiremez.” Yargıç, ailenin “Gana’da eğitimine devam etmesini sağlama kararının çocuklarına duydukları koşulsuz sevgiden kaynaklandığını ve çocuğun en yüksek menfaatini aradıklarının açık olduğunu” belirtti. Sonuç olarak, “Bu karar, devletin hiçbir hâkimiyetinin bulunmadığı, ebeveynlerin karar alma sürecinin cömert kapsamı olarak gördüğüm bir alana girmektedir. Bu nedenle, ebeveynler benden bir övgü beklemeseler de, tüm kanıtları dinledikten sonra oğullarının en iyi çıkarlarının nerede yattığına dair onların görüşünü paylaştığımı bilmelerinin kendileri için bir nebze teselli olmasını umuyorum” dedi. Çocuğu temsil eden uluslararası aile hukuku avukatı ise kararın genç müvekkili için gerçek bir şok ve düş kırıklığı yarattığını belirtirken, son dönemde benzer vakalarda bir artış gördüğünü de vurguladı.