Sana Göre Haber

Bir İşbirlikçinin Portresi: Molla’nın İhanet ve Dolandırıcılıkla Dolu Yaşamı

Molla’nın hayat hikayesini, sürgün öncesi ve sonrası olmak üzere iki ayrı dönemde ele almak mümkündür. Sürgün edilmeden önceki yıllarında Molla, yalnızca kurucusu olduğu dernekle değil, aynı zamanda yürüttüğü gazetecilik faaliyetleriyle de İngilizlerin safında yer almıştır. İngilizlerden finansal destek alarak Yeni İstanbul gazetesinin adını Türkçe İstanbul olarak değiştirmiş ve bu gazetenin sayfaları aracılığıyla yıkıcı görüşlerini yaymıştır. Tevfik Paşa hükümetine karşı bir tutum sergilerken, Damat Ferit’in hükümeti kurabilmesi için yoğun çaba göstermiştir. Mustafa Kemal’e karşı tam bir muhalefet içindeydi. Ona göre barışa giden yol silahtan değil, siyaset, zeka ve uyanıklıktan geçiyordu. Yunan işgali altındaki bölgelerde yaşanan mezalimin farkında olduğunu iddia etse de bunun çözümünün silahlı mücadeleyle değil, Damat Ferit’in ileri görüşlü siyasetiyle mümkün olabileceğini savunuyordu. Molla, Mustafa Kemal’den bahsederken onun Selanikli kimliğine özellikle vurgu yapardı. Milli Mücadele’yi, İngiliz gücü karşısında bir “cüretkârlık” olarak nitelendiriyor ve Türklerin kendi imkanlarıyla bağımsızlığını elde edebileceğine ihtimal vermiyordu.

Molla’nın Türk milletiyle köklü bir problemi olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki, Barış Konferansı’nda Fransız Başbakanı Clemenceau’nun sarf ettiği hakaretamiz sözleri benimsemiştir. Emperyalist başbakan, “Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’daki egemen olduğu topraklarda kültür seviyesinde düşüş ve maddi refah düzeyinde azalış olmayan tek ülke yoktur. Aynı şekilde Türklerin hükümranlığının sona erdiği yerlerde de maddi refahta ve kültür düzeyinde yükselme olmayan tek örnek bulunamaz” demişti. Molla, yıllar sonra neden İngiliz mandasını savunduğunu açıklarken Türk milletine dair düşüncesini şu şekilde ortaya koymuştur: Ona göre Türk milleti için bağımsızlık birincil öncelik değildi; millet, kendisine rahatlık ve refah sunanın peşinden giderdi. Bu iddiasına kanıt olarak da İngiliz elçiliğine gönderilen çok sayıdaki telgrafı gösteriyordu. Molla, Türk milletinin din ve kimlik konusundaki hassasiyetlerinin farkındaydı ve bu alanları sürekli istismar ediyordu. Başta Şeyh Recep olayı olmak üzere Biga, Gönen, Adapazarı ve Bursa-Karacabey gibi bölgelerde Hristiyan ahaliye yönelik saldırılar organize edip suçu Kuvayı Milliye’nin üzerine atan, Anzavur’u ve Kuvayı İnzibâtiye’yi destekleyen, Bozkır, Düzce ve Konya’da bir iç savaş atmosferi oluşturan örgütler, onun destek verdiği yapılardı.

8 Nisan 1920 tarihinde Adliye Nezareti Müsteşarlığı’na getirilir getirilmez, işgal altındaki İstanbul’da Milliyetçilere karşı adeta bir sürek avı başlatmış ve onları tutuklatmıştır. “Nemrut” Mustafa’nın başkanlık ettiği sıkıyönetim mahkemesinde yargılanan Millicilere yöneltilecek soruları bizzat kendisi belirliyordu. Ayrıca Patrik Meletios ve Yunan Yüksek Komiseri M. Kannellopoulas’ın talepleri doğrultusunda, Türk cezaevlerinde tutuklu bulunan 300 Rum’un serbest bırakılmasını sağlayan da yine oydu. Damat Ferit iktidarda olduğu müddetçe, güç ve para onun için sınırsızdı. Ancak 31 Ekim 1920’de Damat Ferit hükümetinin düşüp yerine Tevfik Paşa hükümetinin kurulmasıyla birlikte yaptığı usulsüzlükler birer birer gün yüzüne çıkmaya başladı.

İlk olarak müsteşarlık görevinden azledildi. Ardından, görevi kötüye kullanma suçlamasıyla hakkında soruşturmalar açıldı. 1921 yılında, kendisini polis şube müdürü gibi tanıtarak evindeki telefondan polis merkezlerini ve karakolları arayıp talimatlar yağdırdığı tespit edildi. Yetimlere ait 75 bin lirayı zimmetine geçirdiği gerekçesiyle hakkında dava açıldı. Molla, Eytam (Yetimler) sandığını dolandırmış, vatan uğruna canını feda eden şehitlerin çocuklarının parasını çalmıştı. Dava süreci uzadıkça, etrafı daha da kötü kokular sarmaya başladı. Adalet Bakanı Ali Rüşdi’yi etkilediği ve kanıt niteliği taşıyan belgeleri çalarak yok ettiği yönünde iddialar ortaya atılsa da dava bir türlü karara bağlanamadı. Durum o hale gelmişti ki, 1922 yılının ocak ayında Tevhidi Efkâr gazetesinden Velid Ebüzziya, “Molla’yı kim koruyor?” sorusunu sormak zorunda kalmıştı. Bu soruya bir yanıt alınamasa da Molla’nın kirli çamaşırları artık ortaya dökülmüştü. İngiliz Dostları Derneği’nin lokaline ait eşyaları kendi evine taşıdığı da suçlamalar arasındaydı. Tam bu sırada Cağaloğlu’ndaki evi yandı. Evini 2 bin 250, içindeki eşyaları ise 12 bin İngiliz lirasına sigortalatmıştı. Yangın nedeniyle eşya tespiti yapılamadı. Molla, evini kundakladığı iddiasıyla Velid Ebüzziya’yı suçladı. Dava 1922 kasımında sonuçlandığında gerçek ortaya çıktı: Evi yakan Velid Bey değil, Danıştay üyesi olan kardeşi Mesut’tu. Eşyaların ise yangından önce Molla’nın Büyükdere’deki diğer evine nakledildiği anlaşıldı. Mahkeme kararında azmettirici olarak Molla 10 yıl, Mesut ise ömür boyu kürek cezasına çarptırıldı; ancak onlar, sigortadan ve yetimlerden çaldıkları paralarla 24 Eylül 1922’de ülkeden kaçmışlardı.

SÜRGÜNDE 180 DERECELİK BİR DÖNÜŞ

Molla’nın sürgün hayatı Bükreş’te başladı. Burada, kendisi gibi bir İngiliz ajanı olan eski İçişleri Bakanı Mehmet Ali (Gerede) ile bir anlaşmazlık yaşadı. Tehditler ve karşılıklı restleşmelerin ardından Mehmet Ali’nin galip gelmesiyle Romanya’dan sınır dışı edildi. Önce Fransa’nın Nice, ardından İtalya’nın San Remo kentlerine giderek Kemalist Türkiye aleyhine suçlamalarını sürdürdü. 1925’te Mısır’a geçtiğinde Mısır hükümeti tarafından maaşa bağlandı. Bu noktada Molla, aniden 180 derecelik bir dönüş yaptı. Türkiye’deki önemli şahsiyetlere mektuplar yollamaya başladı. Lozan Antlaşması onun için birdenbire “bir harika” ve “bir zafer” haline gelmişti. İsmet Paşa’ya övgüler düzüyordu. Yeni hedefi ise ülkedeki taze muhalefet, yani Terakkipervercilerdi. Onlar hakkında, Mısır sokaklarında hilafeti geri getirecekleri ve sürgünleri affedecekleri yönünde propaganda yaptıkları, Kızılay üzerinden partiye para aktardıkları ve Hindistan’da benzer amaçlarla örgütlendikleri şeklinde ihbarlarda bulundu. Ne Kahire’de ne de İskenderiye’de rahat durmaması üzerine maaşı kesildi. Duruma itiraz edip dava açınca Mısır’dan da sınır dışı edildi.

Bu zor durumunda eski bir dostu yardımına koştu ve İngiliz işgali altındaki Kıbrıs’a yerleştirildi. Lefkoşa dışında bir evde yaşamaya başladı. Yerel gazetelerden Söz’ün sahibi Mehmet Remzi’ye Türkiye hakkında olumlu konuşsa da asıl niyetini gizleyemedi. Tam o günlerde İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı bir mektup ele geçirildi. Mektupta Kral V. George’a övgüler diziyor ve hizmetine amade olduğunu belirtiyordu. Uysal görünümü fayda etmeyince, şapka devrimini bahane ederek Kemalist Türkiye karşıtlığını açıkça sürdürmeye başladı. Dolandırıcılık alışkanlığı Kıbrıs’ta da devam etti. Adadaki Abdullah Paşa vakfını zimmetine geçirmeye çalıştı ve bu amacına ulaşmak için Sultan Reşad’ın oğlu Ziyaeddin’i dahi kullanmaktan çekinmedi, ancak başarılı olamadı. İkinci denemesi ise onu hapse götürdü. İngilizler, Kıbrıs’ta bulunan eski Hicaz Kralı Şerif Hüseyin’in özel kalem müdürlüğüne Molla’yı atamıştı. Fakat o, kralla da anlaşamadı. Görevden alınınca bir kez daha parasız kaldı. Kral Faysal’a bir mektup yazarak, “Babanızdan 15 yüz İngiliz lirası alacağım var, ödeyin” talebinde bulundu, ancak reddedildi. Bunun üzerine Molla, Kral Hüseyin’in eşinin imzasını taklit ederek parayı çaldı. Hüseyin ve eşinin şikayeti üzerine tutuklandı ve hapis günleri iki yılı aştı. Cezası bittikten sonra Kıbrıs’ta da tutunamadı. Paris’teki oğlunun yanına gitmek için İngiliz hükümetinden yardım talep etti ve bu talebi kabul edildi. 6 Haziran 1930’da adadan ayrıldı. Ancak Paris’e gitmedi. Rotasını Atina’ya çevirdi; burada eski dostları Mustafa Sabri ve Çopur Hakkı ile Kemalistleri devirme planına son şeklini vermişlerdi, fakat ömrü buna yetmedi. 14 Temmuz 1930’da Mülteciler Hastanesi’nde hayatını kaybetti ve Pire’deki Müslüman Mezarlığı’na defnedildi. Rabbim hepimizi molla şerrinden muhafaza eylesin.

Kaynakça
Şaduman Halıcı, Mütareke Dönemi’nin İşbirlikçileri Yüzellilik Gazeteciler, Cumhuriyet Yayınları, 2021, s. 80-102.

Exit mobile version