Müzelerde Sanat Eserlerini Korumak İçin Yapay Zekâ Nasıl Kullanılıyor?

14 Haziran’da sosyal medyada yayılan ve aslında Nisan ayında gerçekleşen bir hadise, sanat dünyasında endişe yarattı. Güvenlik kamerası görüntülerine göre, İtalyan sanatçı Nicola Bolla tarafından tasarlanan Swarovski kristalleriyle bezeli Van Gogh sandalyesi, bir ziyaretçinin üzerine oturmasıyla enkaza döndü. Bundan kısa bir süre sonra, 4 Haziran’da Çin’de çok daha ciddi bir güvenlik olayı meydana geldi. Xi’an’daki Terrakota Ordusu Müzesi’ni ziyaret eden bir kişi, güvenlik bariyerlerini geçip 5.4 metre derinliğindeki çukura atlayarak MÖ 209 yılına tarihlenen iki terrakota savaşçısını tahrip etti. Peş peşe gelen bu vakalar, müzelerdeki güvenliğin geleneksel tedbirlerin ötesine geçmesi ve çok katmanlı, sistematik bir stratejiye dayanması gerektiğini açıkça göstermektedir.

SANAT ESERLERİNİN KORUNMA TARİHİ

Aslında, sanat eserlerini muhafaza etme meselesi, modern müzeciliğin ortaya çıkışıyla birlikte belirginleşen bir sorundur. 18. yüzyılın sonlarında, Fransız Devrimi esnasında faaliyete geçen Louvre Müzesi, kraliyet koleksiyonlarını halkın erişimine sunma felsefesiyle kurulmuştu. Ne var ki bu durum, halkın paha biçilmez eserlerle nasıl bir etkileşim kuracağı problemini de doğurdu. Bir tarafta sanatı demokratikleştirme yönündeki aydınlanmacı ideal, diğer tarafta ise bu değerli objelerin fiziki bütünlüğünü sağlama zorunluluğu bulunuyordu. Zaman içinde bu ikilem, müzelerde yaygınlaşan cam vitrinler, alarm mekanizmaları ve “Lütfen dokunmayınız” uyarı levhaları gibi yöntemlerle giderilmeye çalışıldı. Fakat son olayların da kanıtladığı gibi, fiziki tedbirler tek başına her zaman işe yaramamaktadır.

İşte bu aşamada, teknolojik çözümlerin sunduğu imkanlar göz ardı edilemez. Günümüz müzeleri, eserlerini korumak için yapay zekâ ile güçlendirilmiş hareket sensörleri, mesafe alarmları ve anlık müdahale mekanizmaları kullanmaktadır. Örneğin, Amerikan teknoloji firması Art Sentry, müzeler için geliştirdiği özel kamera tabanlı hareket algılama sistemleriyle sanat eserlerinin çevresinde sanal koruma bölgeleri yaratıyor. Ziyaretçiler bu belirlenmiş alanları ihlal ettiğinde sistem anında bir uyarı tetikliyor. Bu sistemlerin, insan gözlemine kıyasla 75 kat daha fazla müdahale saptadığı ve nesnelere yönelik temas girişimlerinin yüzde 92’sinden fazlasını engellediği belirtiliyor. Sentry Intelligence gibi daha ileri yapay zekâ çözümleri ise gölge, yansıma veya çevresel faktörlerden kaynaklanan hatalı sinyalleri filtreleyerek yanlış alarmları yüzde 90 oranında azaltıyor ve yalnızca gerçek tehditlere odaklanabiliyor.

GÜVENLİK İÇİN YENİLİKÇİ ÇÖZÜMLER

İtalya’da bulunan Bologna Müzesi, ziyaretçi davranışlarını analiz etme konusunda çığır açan bir metot uygulamaktadır. Müze, ShareArt adını taşıyan yapay zekâ tabanlı bir video analiz sistemi aracılığıyla ziyaretçilerin sanat eserlerine gösterdiği ilgiyi değerlendiriyor. Bu sistem, yüz ifadeleri, vücut dili ve eserlere olan mesafe gibi verileri işleyerek bir analiz çıkarıyor. Bu tip sistemler, birinin bir esere tehlikeli biçimde yaklaşması, dokunmaya yeltenmesi veya riskli bir davranış sergilemesi gibi durumları önceden saptama potansiyeline sahiptir. Bu tür teknolojik ilerlemeler, gelecekte müzelerde güvenlik personelinin üzerindeki yükü hafifleterek daha otonom bir koruma modeline geçişin habercisi olabilir.

Bu teknolojilerin sunduğu önemli bir fayda, fiziksel engellere olan ihtiyacı ortadan kaldırarak ziyaretçinin sanat eseriyle daha samimi bir ilişki kurmasına imkân tanımasıdır. Cam vitrinler, kordonlar ya da uyarı levhaları gibi klasik tedbirler, izleyicinin sanatla kurabileceği duygusal bağı genellikle zayıflatır. Ancak yapay zekâ tabanlı sistemler kullanılarak güvenlik, çok daha etkili ve neredeyse görünmez bir şekilde temin edilebilir. Başlayan bu yeni çağ, muhtemelen müzeciliğin geleceğini yeniden tanımlayacak ve fiziksel bariyerler yerine ziyaretçi deneyimini merkeze alan bir güvenlik felsefesini beraberinde getirecektir.