Sana Göre Haber

Geleceği Öngören Stratejist: Zbigniew Brzezinski’nin Mirası ve Günümüz İçin Uyarıları

Kaynak, Diana Walker/Getty Images

Amerika Birleşik Devletleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel düzene yön veren ve partizan siyasetin üzerinde kalabilen önemli dış politika uzmanları yetiştirmiştir. Zbigniew Brzezinski de bu isimlerin en önde gelenlerinden biriydi.

Polonya kökenli olan ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’dan ABD’ye göç eden Brzezinski, yıllar içinde devlet kademelerinde yükselerek 1977’de Başkan Jimmy Carter tarafından Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atandı ve bu kritik görevi dört yıl boyunca sürdürdü.

İlk anıları Almanya’da Nazilerin yükselişine tanıklık ettiği çocukluk yıllarına dayanan Zbigniew Brzezinski, ilerleyen yıllarda İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD-Çin ilişkilerinin normalleşmesinde merkezi bir rol üstlendi. 1979 yılındaki İran İslam Devrimi patlak verdiğinde, ABD’nin Tahran Büyükelçiliği’nde rehin tutulan diplomatların serbest bırakılması için Başkan Carter’a stratejik danışmanlık sağladı. Aynı zamanda, İsrail ile Mısır arasında tarihi bir normalleşme sağlayan Camp David anlaşmalarının kilit mimarlarından biri oldu ve Soğuk Savaş süresince Sovyetler Birliği’nin yenilgiye uğratılabileceğine dair sarsılmaz bir inanç taşıdı.

2017 yılında hayatını kaybetmeden kısa bir süre önce, ülkesi ABD için çarpıcı bir kehanette bulundu: Sovyetler Birliği dağılmış, ABD ekonomisi zirve yapmış ve ülke adeta yenilmez olarak görülüyordu. Fakat Brzezinski, Amerika’da ortaya çıkacak bir liderlik boşluğunun hem ABD hem de tüm dünya için yıkıcı sonuçlar doğurmasından derin bir endişe duyuyordu.

İngiltere’de yayımlanan Financial Times gazetecisi Edward Luce, Brzezinski’nin hayatını konu alan “Zbig: Amerika’nın Büyük Güç Peygamberi Zbigniew Brzezinski’nin Hayatı” adlı kitabının yazarıdır. Luce, BBC’den Katty Key ile yaptığı söyleşide, Brzezinski’nin ABD dış politikasını nasıl bu denli derinden etkilediğini ve bugün yaşasaydı dünyanın mevcut durumunu nasıl analiz edebileceğini değerlendirdi.

Kaynak, Ramesh Sharma/The India Today Group via Getty Images

Edward Luce, Brzezinski üzerine bir kitap yazma motivasyonunu şu şekilde açıklıyor: “Soğuk Savaş’ın bitişiyle neredeyse herkes Batı’nın ve ABD’nin zaferini kutlayarak bir rehavete kapılmışken, Brzezinski, Amerika’nın asıl o andan itibaren içeriden çürümeye karşı son derece uyanık olması gerektiği konusunda ikazlarda bulunuyordu. Kibrin Rusya’yı, İran’ı, Çin’i ve müttefiklerini ABD’den nasıl uzaklaştırabileceğine dair uyarıları, olağanüstü bir ileri görüşlülüğe sahipti.”

Luce, kitabını hazırlarken Brzezinski’nin ulusal güvenlik danışmanlığı döneminde tuttuğu kişisel günlükleri okudu ve her gün Beyaz Saray’dan evine döndüğünde ses kayıt cihazına aktardığı düşüncelerini dinledi.

Uluslararası ilişkilere damga vuran bir diğer önemli isim olan eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger gibi, Zbigniew Brzezinski de ailesiyle birlikte 1938 yılında Avrupa’yı terk etmişti. 1928’de Varşova’da doğan Brzezinski’nin diplomat olan babası, 1931’de Almanya’ya atanmıştı. Bu sayede Brzezinski, çocukluk yıllarını Nazilerin iktidarını pekiştirdiği bir dönemde Almanya’da geçirdi. Babasının 1936’da Sovyet Rusya’ya atanmasıyla 10 yaşına kadar Sovyet sistemini de gözlemleme imkanı buldu. 1938’de babasının Kanada’nın Montreal şehrine tayin edilmesiyle, aile savaşın en kanlı yıllarını görmeden Avrupa’dan ayrılmış oldu.

Doğduğu topraklar olan Polonya’nın önce Sovyetler ile Naziler arasında paylaşılması ve Soğuk Savaş döneminde Sovyet nüfuzu altında kalması, Brzezinski’nin siyasi görüşlerinin temelini oluşturan en önemli etkenlerdi.

Diğer yandan Kissinger, 1938’de yaklaşan felaketten kaçarken geniş ailesini geride bırakmış ve bu Yahudi aile üyelerinin büyük bir kısmı Nazi toplama kamplarında hayatını kaybetmişti. Luce’a göre, siyasi görüşleri birbirinden çok farklı olan bu iki devlet adamı da “medeniyetin ne kadar hassas ve istikrarsız olduğunu” tecrübe etmiş ve benzer bir çöküşün Amerika’da da yaşanabileceği konusunda ortak bir endişeyi paylaşmışlardı.

Kitabını yazarken Henry Kissinger ile pek çok kez görüşen Luce, Kissinger’ın “Tarih asla sona ermez, kesintisiz bir şekilde devam eder” sözünü aktarıyor. Luce, bu durumu iki stratejik hamle üzerinden açıklıyor: “1970’lere baktığınızda, her iki siyasetçinin de Çin’i Sovyetler’den koparıp ABD’ye yakınlaştırmaya çalıştığını görürsünüz. Bu, son derece zeki bir stratejik satranç hamlesiydi. Ancak bu hamle, aynı zamanda günümüzde Amerika’nın başa çıkmak zorunda olduğu bir mesele olan Çin’in yükselişinin de tohumlarını attı. Diğer örnek ise Brzezinski’nin, Sovyetlerin Afganistan’ı işgali sırasında Mücahitlere finansal destek sağlama fikriydi. Bu, bir yandan Sovyetlerin yıkılmasına katkıda bulunurken, uzun vadede İslamcı siyasetin yükselişi ve küresel terör gibi sorunların da zeminini hazırladı.”

Luce’a göre, sorunlara kalıcı çözümler bulmak mümkün değil. Bu nedenle, bu stratejik düşünürlerin kısa ve orta vadeli çözümler geliştirmeleri “çok değerliydi”, çünkü kalıcı çözüm arayışları genellikle daha büyük ve ani krizlere yol açabiliyor.

Günümüzde ABD’de hâlâ çok yetkin siyaset bilimcileri olsa da, bu isimler artık Beyaz Saray koridorlarında veya yönetimin üst kademelerinde pek görülmüyor. Luce, bunun sebebini “bu tür büyük düşünürlere duyulan ihtiyacın azalmasına” bağlıyor. Temel neden ise dış politikanın giderek siyasallaşması ve bir iç politika aracı gibi görülmesi. Brzezinski de son yıllarında, ABD yönetimini büyük ve kapsayıcı bir stratejiden yoksun olmakla eleştiriyordu.

Edward Luce, Brzezinski’nin bu tespitinde haklı olduğunu ve bugünkü Trump yönetiminin dış politikasının “arkasında gerçek bir strateji olmayan bir dizi dürtüden ibaret” olduğunu savunuyor. Luce, Trump’ın dünyayı büyük yırtıcıların diğerlerinden üstün olduğu bir orman gibi gördüğünü ve “ABD’nin kendi arka bahçesi Kanada’da, Rusya’nın kendi arka bahçesi Ukrayna’da ve Çin’in de kendi arka bahçesi Tayvan’da dilediğini yapma hakkı olduğunu düşündüğünü” ekliyor.

Luce, “Brzezinski bugün hayatta olsaydı, Rusya ile Çin arasına şüphe tohumları eker ve onları birbirinden uzaklaştırmaya çalışırdı” diyor ve şöyle devam ediyor: “Bunun için kullanılabilecek çok sayıda malzeme var: Örneğin, Rusya’nın, Çin’in 19. yüzyıl çarlık döneminde ele geçirilen toprakları geri almasından duyduğu korku veya Çin’in küresel ısınma ve Rusya’nın bu sürece etkileri konusundaki kaygıları.” Luce’a göre Trump’ın politikaları, Rusya ve Çin’i birbirine daha da yakınlaştırıyor ve bu, küresel satranç tahtasında hiç de zekice bir hamle olarak görünmüyor. Aksine, en akıllıca strateji, düşmanları birbirinden ayrı tutmak olurdu.

Exit mobile version