Türk pop müziğinde duygusal sözlerin ve melodilerin ilk akla gelen isimlerinden o. Zeynep Casalini yıllardır Bodrum’da sürdürüyor yaşamını. Ancak bir inzivada değil. Tam tersine üretim açısından oldukça hareketli günler yaşıyor. Son teklisi “Buna Doğdum”la kendi tarzını yine sevenleriyle buluşturuyor. Casalini ile hem müzikten hem de yaşamdan konuştuk.
– Son iki yıldır müthiş bir üretim döngüsü içindesiniz. Müzik yaşamınızın bu dönemini nasıl tanımlarsınız, üretmeyi sürdürmenizi sağlayan ana motivasyonunuz nedir?
Aslına bakarsanız, gerçekten son derece motivasyonsuz, son derece diplerde bir zamandı bu… Üretimler başladığında “Felaket Manzara” şarkısı yedi şarkının ilki oldu. Her zamanki gibi beni o dipten çıkaran ve önüme motivasyon mecburiyeti koyan Sezen Aksu’ydu. Gerçekten hiç ama hiç beklemediğim bir zamandı. Bazen öyle bir dönem yaşar ki insan, elinizde bir tohum vardır ve bir yere ekmezseniz yeşerdiğini, büyüdüğünü göremezsiniz ya hani. İşte tam böyle bir zamanda Sezen’in telefonundan ve “Felaket Manzara”yı yollamasından sonra her şey değişti. O kara bulutlar, özellikle ekip arkadaşlarımla çalışırken dağılmaya başladı ve beni yaşama bağladı.
– “Buna Doğdum” nasıl ortaya çıktı?
Buna Doğdum şarkısının söz ve müziğini Levent Sevinç yazdı. Özellikle kadın arkadaşlarım çok etkileniyor bu şarkıdan. Bir şekilde önce yaşamın içinde, gençlikten orta yaşa gelirken, kendimizi kabul etmek için çok uğraşıyoruz; çünkü ondan önceki zamanda oluşmaya çalışıyoruz. Ben kişiliğimi ve gerçeklerimi çok zor buldum. Dolayısıyla bayağı bir zaman kaybettim. Kendimi sevmeyi, kabul etmeyi, kurallarım olduğunu ve bundan da hiç gocunmadığımı idrak ederek bu halimden memnun olduğumu anladım ve öğrendim. “Buna Doğdum”, bu anlamda herkesin kişiselleştirebileceği bir şarkı oldu.
– “Zeynep Casalini” dendiğinde akla ilk gelen şeylerden biri duygusal yoğunluk. Peki siz kendi müziğinizi hangi üç kelimeyle tanımlarsınız?
Ben kısa terimlerle hiçbir şeyi tanımlayamıyorum. Çok duygu dolu bir insan olduğum çok aşikâr, mantık falan bilmem. Mantığı, mantıklı arkadaşlarımdan öğrenmeye çalışıyorum. Müzik konusunda ise hiçbir zaman bir tarz oluşturmaya çalışmadım. Neyi seviyorsam o an o şekilde yaptım ve o tarzda söyledim. Bence yanlış bir şey değil bu. İnsanın kendini iyi tanımasıyla alakalı. Hiçbir zaman üzerimde durmayan, istemediğim çalışmalar içerisinde olmadım. Bir arabesk veya caz şarkıcısı olamayacağımı biliyordum. Ancak caz müziği o kadar çok dinledim ve duygusal bir bağ kurdum ki caz yorumlayabiliyorum. Çalışmaları kendi zevkime göre yorumladığım doğru ve hâlâ da hep arayış içindeyim. O yüzden üç kelimeyle anlatabilmem çok zor. “Kendi kafama göre” mesela, üç kelime bu olabilir. (Gülüyor)
BİR KUŞAK ‘DUVAR’LA BÜYÜDÜ
-Bugün şarkılarınız, sizi ilk dinleyen kuşağın çocuklarına da ulaşıyor. Bu geçişin farkında mısınız? Yeni dinleyiciyle bağ kurmak sizin için nasıl bir deneyim?
Evet, bir kuşak “Duvar” şarkımla büyüdü. “Duvar” ve “Dokunma Bana”, dokunulmaz iki şarkı oldu. O kadar ön plana çıktı ki bu iki şarkım, bazen büyük üzüntü duyduğum oluyor. Diğer şarkılarımın da daha fazla bilinmesi ve hissedilmesini çok isterdim. Müslüm Gürses’in “Nilüfer” şarkısını yorumlamam da çok bilindi ama hepsinin çok farklı ve yine duygulara hitap eden şarkılar olduğunu düşünüyorum. Hep söylediğim bir şey var: Türkiye’de değil de başka bir yerde yine Zeynep Casalini olsaydım çok farklı olurdu her şey. Çünkü ben hiç kural tanımadım, yapılması gerekenleri hiç yapmadım ve bunun da bana büyük artısı oldu. Bu sayede müthiş dostlar edindim, iki tane çocuğum oldu. Çok ünlü ve çok zengin olmak mı, yoksa çok dostlu ve çoluk çocuklu olmak mı derseniz ikinci şıkkı seçerim. Yine de hak ettiğim değeri göremediğimi çok iyi biliyorum. Belki bu kadar sert köşeli olmasaydım, farklı olabilirdi ama kendi varlığımdan ve olduğum kişiden çok memnunum. Gençlerle aram zannediyorum gayet iyi ve evet, “Duvar”ı 11-12 yaşında çocuklar da biliyor. 20 yıllık bir şarkı ve hâlâ da dinleyicisi oldukça çok. Umarım ki yeni şarkılarım da böyle sahiplenilir.
– Müziğe başladığınız dönem ile bugünkü müzik endüstrisini karşılaştırırsanız, en temel kırılma noktası sizce ne oldu?
Müziğe başladığım dönemde de yine çok ciddi bir kriz vardı. Orkestralar iş yapamıyordu ve küçük küçük, iki kişilik, maksimum üç kişilik gruplar çalışıyordu. Ben de iki kişi başladım. Dünyada ciddi kırılma noktaları oluyor, müzikte nasıl olmasın? Zannediyorum, 2000’de ciddi kırılmalar oldu ve ondan sonra da dünyanın ve insanların her şeyi değişti. Dünya ve canlılar değiştiği için doğal olarak müzik de değişti. Kaçınılmaz bir şeydi bu. Star Wars’ta bir sahne vardı, bir barda elektronik müzik çalıyor görünüyordu. “Bu ne ya?” demiştik. Birçok değişiklik hayatlarımıza çok hızlı bir şekilde sirayet etti.
‘YENİ ŞARKILARI ÇOCUKLARIMDAN DUYUYORUM’
– Bir dönem şiirsel sözler ve ağır duygularla tanınan Türk pop müziği, bugün daha ritmik ve hızlı bir biçime evrildi. Bu dönüşüm sizi nasıl etkiliyor?
Şimdi bu cevabım çok hoş olmayacak ama gerçekten çok fazla takip edemiyorum artık. Yeni müzikleri daha çok çocuklarımdan, arkadaşlarımdan duyuyorum. Hâlâ nadir de olsa duygusal ve güzel şarkılar çıkıyor ama orada da bir dejenerasyon var. Demin söylediğim gibi, her yerde bir kırılma noktası var. Ben bir Beatles şarkısı dinlediğimde zamansız olduklarını görüyorum. Oysa ki bazı şarkılar, 2-3 hafta önce bile üretilmiş olsa unutulup gidiyor. Dolayısıyla artık klasikleşmek pek mümkün değil gibi. Ben ise kafama göre yapıyorum ve öyle yapmaya da devam edeceğim. Başka türlüsünü bilmiyorum çünkü.
VEGANLIK YANLIŞ BİLİNİYOR
– Vegan bir yaşam tarzını benimsiyorsunuz. Ne kadar süredir bunu uyguluyorsunuz? Size katkıları ne oldu? Bu yaşam tarzı arkadaş çevrenizin değişmesine neden oldu mu?
Bu soruyu özellikle çok sevdim çünkü “vegansınız” değil de “vegan bir yaşam tarzını benimsiyorsunuz” yazmışsınız. Çünkü herkes vegan olmayı bir yeme-içme farklılığı gibi görüyor. Oysa öyle bir şey değil bu. Yaşama başka bir yerden bakmak aslında. Ben veganım da sabahtan akşama kadar pişi, börek ve lokma ile hayatımı geçirmiyorum. Şunu anladım ki bir beslenme var bir de karın doyurma var. Bunların arasındaki farkı kendi vücudumda ve psikolojim üzerinde gördüğüm için öneriyorum insanlara. 15 sene oldu. Her şeyden önce ruhum çok iyi, çok rahat. Sadece bir başka canlının öldürülmüş haline değil endüstrileşmiş her şeye karşı bir duruşum var. Vegan olmamı çok seviyorum. İyi ki veganım ve iyi ki arkadaşlarım da hiç sorun çıkarmıyorlar bana.
‘YAZARKEN KENDİMLE KAVGA EDERİM’
– Şarkı yazarken veya yorumlarken kendinizle nasıl bir diyalog içindesiniz? En çok hangi duygudan beslenirsiniz?
Şarkı yazdığımda önce hep bir kelime ya da küçük bir cümleye takarım. Sonra onun üstüne giderim. Söylerken de sürekli bir kavga içerisindeyim kendimle. “İstediğim gibi söyleyemedim, orayı kötü yaptım, ah aklıma gelmedi, bak böyle söyleyecektim” gibi diyaloglar yaşarım içimde. Müziğe kendimi kaptırıp da “oh” falan dediğim anlar çok azdır. Sahnede de çok eğlenceli ve rahat görünürüm ama içimde neler oluyor, bir tek ben biliyorum.
KÖTÜLÜK SEVGİSİZLİKTEN GELİYOR
– Ülke olarak zor zamanlardan geçiyoruz. Mart ayından beri yaşanan süreç sizi nasıl etkiledi?
Dünyadaki kötülüklerin sevgisizlikle alakalı olduğunu düşünüyorum. Sevgiyi, vicdanı, bir şeylere güzel bakmayı ve görmeyi sanat gerçekleştirebilir. Müzik de bence insana en çok işleyen ve duygulara tercüman olan bir sanat dalı. Bu yüzden bütün başkanların, dünyayı yöneten insanların, dünyayı bir şekilde ellerinde tutanların en çok müziğe ihtiyaçları var. Müzik dinleyen insanın daha vicdanlı olacağını ve kararlarını daha doğru verebileceğini düşünüyorum. Bunlar ütopik düşünceler tabii ki ama neden hayal etmesin ki insan?
İKİ YAŞINDAN BERİ BODRUM’DA AMA
– Artık size Bodrumlu diyebiliriz sanırım. Bodrum da giderek bir büyükşehre dönüşüyor. Bu dönüşümün etkilerini nasıl yorumlarsınız?
Benim çocukluğum, iki yaşından itibaren Bodrum’da geçti. Zaten Bodrumluydum ve evet, tabii ki çok trafik olmaya başladı. İnanılmaz bir betonlaşma var. İnsanlarda çok büyük değişimler var. Yine de hâlâ idare eder. Zannediyorum ki kızım liseyi bitirdikten sonra veya bilmiyorum ne kadar süre sonra bir değişim planına girmem gerekecek. Çünkü Bodrum’un en güzel zamanlarını gördüm, yaşadım ama bundan sonraki hayalim herhalde daha küçük, daha basit bir hayat.”