Nazi Hakimiyetinin Anatomisi: Demokrasi ve Irkçılık Üzerinden Bir Analiz

Değerli okuyucularım, tarih okumak, bilhassa kriz ve buhran zamanlarında, yani sıkıntılı dönemlerde benim için özel bir anlam taşır.
İnsanlık hangi yollardan geçmiş, medeniyetler ne gibi gelişim patikaları takip etmiş, bu ilerleme ve dönüşüm süreçlerinde hangi hatalar işlenmiş ve bu hataların bedelleri ne şekilde ödenmiştir?
Tarihsel süreçte ilgimi daima cezbeden beş ana konu bulunmaktadır:
1) Yunan mitolojisi.
2) Fransız Devrimi.
3) Sovyet Devrimi.
4) Türk Devrimi.
5) Nazi çılgınlığı.
Bir sosyoloji talebesi olarak bu alanları okuma, öğrenme, üzerine kafa yorma ve analiz etme tutkum hiç bitmedi.
Muhtemelen bu merakla hayata veda edeceğim.
***
Geçmişi analiz ettiğimde, zihnimde belirginleşen bazı gerçekler şunlardır:
1) Şahsi güç mücadelelerinin ve gündelik zulmün beyhudeliği…
2) Entelektüellerin veya entelektüel görünenlerin bazen sergilediği gaflet, bazen de doğrudan ihaneti…
3) Kazanılan zaferlerin getirdiği anlık coşkunun veya mağlubiyetlerin yol açtığı kederin fani doğası…
4) Kendilerini kahraman olarak sunan maskaralar, dalkavuklar ve dolandırıcılar…
5) Milletlerin bazen toplu bir cinnet haline nasıl sürüklendiği, bazen de nasıl bir kahramanlık destanı yazdığı…
6) Asıl hükmü verenin tarih olduğu gerçeği.
***
Aşağıda okuyacağınız metin, kişisel internet sitemde yayımlanan bir makalemin sonuç kısmıdır:
“…Burada ele almak istediğim asıl mesele, politik manevralar veya karmaşık hukuki ve siyasi entrikalar değildir.
Benim odaklanmak istediğim husus, onlara (Nazilere) kamusal vicdanda ve siyasi-hukuki zeminde meşruiyet sağlayan ‘devleti ele geçirme mekanizmasının’ kökenleridir.
Nazi meşruiyetinin iki ana sütuna dayandığı görülmektedir:
Bunlardan ilki, demokrasiyi yalnızca ‘sandığa gitmeye’, yani basit bir ‘seçim mekanizmasına’ indirgeyen bir yaklaşımdır; ikincisi ise ‘Germen ırkçılığıdır’.
Farklı bir ifadeyle, Naziler ideolojik dayanaklarını Germen ırkçılığında bulurken, yasal ve hukuki geçerliliklerini ise ‘seçim mekanizmasından’ devşirmişlerdir.
Nihayetinde, Alman toplumundaki ‘sıradan ve iyi bir insan’, Nazi iktidarını devletle bir tutan bir sürecin sonunda, devlet karşısında savunmasız ve tek başına bırakılmıştır. Bu yalnız bırakma sürecinde ‘seçimler’ bir ‘mekanizma’ işlevi görürken, ‘Germen ırkçılığı’ da bu sürecin ‘ideolojisi’ olarak kullanılmıştır.
Bu şekilde meşruiyet kazanan ve devletin kendisi haline gelen iktidar, bireyi kendi yok etme makinesinin anlamsız ve direnilmesi imkânsız bir dişlisine dönüştürmüştür.
Naziler tarafından gerçekleştirilen soykırımdan çıkarılması gereken iki önemli ders vardır:
Tüm bu teorik analizlerimiz, demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru olan ‘seçim mekanizmasının’ ve benliğimizin mühim bir parçasını teşkil eden ‘milliyetçilik ideolojisinin’ (veya ‘dincilik ideolojisinin’) ne denli tehlikeli olabileceğini ortaya koymaktadır.
Eğer demokrasinin diğer teminatları mevcut değilse, tek başına bir seçim mekanizması, toplumları en vahşi katliamlara götürecek katilleri ve diktatörleri iktidara taşıyabilir.
Benzer şekilde, kimliğimizin bir bileşeni olan ‘milliyetçilik duyguları’ (veya ‘dini duygular’), bizden farklı olanları hor görmemize neden olduğunda, bir ‘soykırım’ için meşrulaştırıcı zemin ve ideolojik bir örtü haline gelebilir.
Nazi Almanyası’nda sıradan ve iyi niyetli insanları bir soykırım makinesinin parçası yapan temel unsur, işte bu ‘seçime ve milliyetçiliğe’ (ya da ‘dinciliğe’) dayanan ve ‘meşru kabul edilen iktidarın devletle bütünleşmesi’ sürecidir.
İnsanlığın ‘Yahudi soykırımından’, bu akıl almaz barbarlıktan çıkarması gereken ders, seçim süreçlerini demokrasinin diğer güvencelerinden asla koparmamak ve milliyetçilik (ve din) duygularını başka ulusları (veya insanları) küçümsemek için bir araç olarak asla kullanmamaktır.
Ve elbette, en önemlisi, bireyin iktidar karşısında savunmasız bırakılmaması ve devlet ile hükümetin bir ve aynı görülmesine asla müsaade edilmemesidir.”
Kıymetli okurlarımdan 22 Temmuz Salı gününe kadar sekiz yazılık bir mola için müsaadelerini rica ediyorum.