Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Karnesi: TV Karartma Cezaları ve 159. Sıradaki Yerimiz

İdare mahkemesi tarafından iptal edilmediği takdirde, Halk TV ve Sözcü TV’ye Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından verilen 10 günlük tam ekran karartma cezası, salı gecesi itibarıyla yürürlüğe girecek. Kanalların bir 10 günlük kapatma cezası daha almaları durumunda yayın lisanslarının iptali söz konusu olacak. Benzer bir tehdit, Tele1 için de geçerliliğini koruyor. Halk TV’ye yönelik bu keyfi cezanın gerekçesi olarak, konuk Tolga Yarman’ın “Türkiye dincileşiyor” şeklindeki ifadelerinin toplumu kutuplaştırdığı iddiası gösterildi.

Ülkede ifade ve basın özgürlüğü neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumda. Halk TV, Sözcü TV, Tele1 ve Now TV gibi eleştirel yayın yapan kuruluşlar, fahiş para cezaları ve program durdurma yaptırımlarıyla da karşılaşıyor. Çoğunlukla AKP’li üyelerden oluşan RTÜK yönetimi ve iktidar yanlısı savcılar, işbirliği içinde halkın tartışma, haber edinme, farklı görüşleri duyma, eleştirileri öğrenme ve bilgilenme haklarını sistematik olarak bastırıyor. Muhalif gazetecilerin tutuklanarak cezaevine gönderilmesi de sıkça başvurulan bir yöntem haline geldi. Bunun en güncel örneğini Fatih Altaylı vakasında gördük. Altaylı, şu an Silivri cezaevinden haberler hazırlıyor, karartılan ekranında mektupları seslendiriliyor ve zaman zaman gazeteciler tarafından ziyaret ediliyor.

AKP’li RTÜK başkanı, hükümete yöneltilen eleştirileri, RTÜK yasasının maddelerini keyfi bir şekilde yorumlayarak cezalandırma yoluna gidiyor. Herhangi bir ifadeyi, yasanın dilediği bir maddesi kapsamına alma konusunda sınırsız bir takdir yetkisine sahip görünüyor. Anayasa’nın “Basın hürdür, sansür edilemez” ilkesine rağmen, iktidarın kontrolündeki kurumların uygulamaları tam tersi bir tablo çiziyor: Basın özgür değildir, sansüre açıktır ve iktidara muhalif her medya organı ile bağımsız gazeteci; yasaklanma, tutuklanma ve ağır cezalara çarptırılma riski altındadır.

RTÜK, savcılar, mahkemeler ve elbette hükümet, attıkları her adımla Türkiye’nin basın özgürlüğü alanındaki iç karartıcı sıralamasını adeta onaylıyor. Bu durum, fiilen “Evet, biz özgür bir ülke değiliz ve bu yönde bir amacımız da yok. Muhalif sesleri, özellikle de girdiğimiz seçim sürecinde, susturacağız” mesajını veriyor.

**’HALK BAĞIMSIZ MEDYAYA YÖNELDİ’**

Türkiye’deki iktidar ve yetkililerinin sürekli olarak teyit ettiği bu durum, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün yıllık raporuna da yansımış durumda. Rapora göre Türkiye, basın özgürlüğü endeksinde bir sıra daha gerileyerek 180 ülke arasında 159. sıraya yerleşti. Her yıl yayımlanan endeksteki Türkiye notunda şu ifadeler yer alıyor: “Türkiye’de otoriterlik güç kazanırken medya çoğulculuğu sorgulanıyor. Eleştirmenleri etkisizleştirmek için her türlü yol kullanılıyor.”

Raporda ayrıca, “Ulusal medyanın yüzde 90’ının artık hükümet kontrolü altında olması nedeniyle, halkın son beş senedir devam eden ekonomik ve politik krizin ülke üzerindeki etkilerini öğrenebilmek için farklı politik görüşlere sahip eleştirel veya bağımsız medya kuruluşlarına yöneldiği” belirtiliyor. Bu kuruluşlar arasında Fox TV, Halk TV, Tele1 ve Sözcü’nün yanı sıra BBC Türkçe, VOA Türkçe ve Deutsche Welle Türkçe gibi yerel ve uluslararası haber portalları da sayılıyor. Elbette bu listeye YouTube kanalları da eklenmelidir. RSF’nin Türkiye raporunun detaylarına https://rsf.org/en adresinden ulaşılabilir.

Sadece RSF değil, saygın İngiliz haftalık dergisi The Economist’in yıllık medya ve internet özgürlüğü raporları da Türkiye için benzer bir değerlendirme sunuyor. Bu raporlarda Türkiye, sürekli olarak “özgür olmayan ülkeler” arasında gösteriliyor ve “otoriter rejim” kategorisinde sınıflandırılıyor.

**GERÇEK İSTEMİYORUZ YAHU!**

RTÜK ve dolayısıyla iktidar, hükümetin yol açtığı ekonomik, hukuki, yargısal ve sosyal sorunlarla ilgili gerçeklerin yorumlanmasını, ifade edilmesini veya açıklanmasını istemiyor. Anlaşılan o ki, yalanların yerine doğruların konuşulması tercih edilmiyor ve RTÜK de bu doğrultuda üzerine düşeni yapıyor. İktidar, halkın büyük bir teveccüh göstererek göreve getirdiği CHP’yi baskı altına almak amacıyla hem partinin kendisine hem de yönetimindeki belediyelere yönelik saldırılar düzenliyor.

Perşembe günkü yazımda ifade ettiğim gibi: “Saray, işareti önceden veriyor. Ve bu defa hedeflerinde, üstelik devasa bir ölçekte, İzmir var. İzmir’deki sular bir nebze durulduğunda sıranın Ankara’ya mı, Adana’ya mı, Balıkesir’e mi yoksa Antalya’ya mı geleceği belirsiz. Amaçları, CHP’yi sürekli bir kaos ve kargaşa ortamına sürükleyip, kendini savunmaktan başka bir şey yapamayacak bir hale getirmektir.” Bu yazının mürekkebi dahi kurumadan, öngörülen olay gerçekleşti. Türkiye’nin oldukça zor bir döneme girdiği açıkça görülüyor.