Türkiye’nin Kararan Ufku: Ateş, Sefalet ve Hukuksuzluk

Her yaz mevsiminde tekerrür eden orman yangınları, artık ulusça yaşadığımız bir felaket halini almıştır. Bu yangınlarda, binlerce hektarlık ormanlık arazi ve içindeki tüm canlılarla birlikte devasa bir milli servet, günlerce etkili bir müdahale yapılamadan gözlerimizin önünde alev alev kül olmaktadır. Kamu kurumlarının yangınlarla mücadeledeki hazırlıksız, kabiliyetsiz, ehliyetsiz ve aciz durumu ise endişe vericidir. Yangınların büyük bir bölümünün, zamanında gerekli tedbirlerin alınmamasından veya yandaş özel elektrik dağıtım şirketlerine ait hatlardan çıktığı belirtilmektedir. Bu ülkede eğer yandaşsanız, bir kamu kurumunun başındaysanız ve siyasi bir atamayla bakan olduysanız, hiçbir şekilde sorumluluk üstlenmiyorsunuz!

Bununla birlikte, yanan bazı orman arazilerinin bir zaman sonra ranta açılarak bu bölgelere turizm tesisleri inşa edildiği görülmektedir. Tam da bugünlerde, ülkenin zeytinliklerinin ve meralarının madencilik faaliyetlerine açılmasını hedefleyen bir yasal düzenleme Meclis’te ele alınmaktadır. Ne yazık ki, Meclis çatısı altında muhalefet partilerinden yükselen karşı çıkışlar dikkate alınmamaktadır. Teklifi hazırlayan milletvekillerinin dahi konuya tam hâkim olmadığı anlaşılmaktadır. Yaşanabilir bir dünya ve doğa için mücadele eden sivil toplum kuruluşları, bilim insanları ve akademisyenler de umursanmamaktadır. Tek amaç, yeni rant sahaları oluşturmak ve bu yolla belirli kesimlerin servetini artırmaktır.

Şair Derya Cesur’un dediği gibi: “Diyelim ki, Biz öldük, siz kaldınız. Diyelim ki, Kurudu ormanlar, nehirler, yuvalarında kuşlar. Diyelim ki, Ateş olup küller üfürdünüz memlekete. Baktınız, Kalmamış yakacak tek bir ağaç, Sönmeyen ocak, Akacak tek damla gözyaşı. Sonra…? Geçip ortasına ölümün, düğün mü kuracaksınız?”…

**HALK BÜYÜK BİR GEÇİM SIKINTISI YAŞIYOR**

Bir kesim kamu ihaleleri, KOİ projeleri, Varlık Fonu ve TMSF’nin faaliyetleri, rant ve lisans dağıtımları gibi yollarla ve yandaş kayırmacılığının koruması altında varlıklarını artırırken, enflasyonu bir fırsata dönüştürürken ve faizle zenginleşirken; kamu bütçesindeki gedik büyümekte, halkın ezici çoğunluğu ise büyük bir sefaletle boğuşmaktadır. Osmanlı’nın son zamanlarına gönderme yapan büyük şairimiz Tevfik Fikret’in ifadesiyle: “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”

Haziran ayı itibarıyla dört kişilik bir ailenin açlık haddi 26 bin lirayı, yoksulluk haddi ise 85 bin lirayı geride bırakmıştır. İstanbul Planlama Ajansı (İPA) tarafından yapılan açıklamaya göre, İstanbul’da dört kişilik bir ailenin aylık geçim masrafı haziran ayında 93 bin 465 lira olarak hesaplanmıştır. Asgari ücretin 22 bin 104 lira olduğu, temmuz ayındaki yeni zamla en düşük emekli aylığının ise 16 bin 881 liraya çıktığı bir ortamda, milyonlarca çalışanın ve emeklinin açlık sınırının dahi altında bir gelirle yaşadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. 12 aylık kümülatif verilere bakıldığında, kredi borcunu ödeyemeyenlerin sayısı nisan ayında 1 milyon 846 bin kişiye, kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı ise 1 milyon 905 bin kişiye tırmanmış durumdadır.

Hayat pahalılığı ve yoksullaşma; dar gelirli, emekli ve ücretli kesimin belini bükmeyi sürdürürken, yüksek maliyetler ve verimsizlik de firmaları iflasa sürüklemektedir. Ancak ne fark eder, resmi enflasyon ve işsizlik rakamlarımız düşüyor ya… Her gün yeni iflas, konkordato ilanı veya fabrikasını yurtdışına taşıma haberleri gündeme gelmektedir. Gerçek şu ki, hem işletmeler hem vatandaşlar hem de kamu bütçesi ciddi bir darboğaz içindedir. Peki, bu duruma çözüm bulması beklenen siyaset kurumu ne ile ilgilenmektedir?

**MUHALEFETE YÖNELİK BASKILAR DEVAM EDİYOR**

CHP tarafından yönetilen belediyelere yönelik sabaha karşı yapılan operasyonlar hız kesmeden sürmektedir. Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri görülmemiş, olağandışı bir süreçten geçiyoruz. Ekrem İmamoğlu ve eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in tutuklanmasının ardından, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere’nin de gözaltına alındığı bilgisi ulaşmıştır. Şöyle bir durum analizi yapalım: “Adıyaman Belediyesi 22 yıl boyunca AKP tarafından idare edildi, 47 senenin ardından ilk defa 31 Mart 2024 seçimleriyle CHP’ye geçti ve 47 yıldır hiçbir sorunu olmayan bu belediyenin başkanı Av. Abdurrahman Tutdere, sadece bir yıl üç aylık görevi neticesinde gözaltına alındı.” Yalnızca bu cümlenin kendisi dahi, Türkiye’de mantığın, hukukun, vicdanın ve demokrasinin nasıl askıya alındığı izlenimini doğurmuyor mu?

Günümüzde, Halk TV ve Sözcü TV gibi eleştirel yayın yapan televizyon kanallarının kapatılması, Fatih Altaylı gibi gazetecilerin ve öğrencilerin tutuklanması gibi eylemler, muhalif çevreleri yıldırma hamlesi halini almışa benziyor. Hukuk ve demokrasinin olmadığı yerde barış ve güven olmaz, yalnızca baskı ve eziyet hüküm sürer. Zaten kangren haline gelmiş problemlerimizi bu karartma ile bir süreliğine gizleyebiliriz fakat asla üstesinden gelemeyiz. Topluma, kalitesiz ve şükürle idare edilmesi gereken bir Osmanlı modeli elbise dayatılıyor ve “bunu giyin, çocuk yapın ve huzur bulun” deniliyor!