Demansın en yaygın türü olan bu beyin hastalığı, kişilerin hafızasını ve zamanla benliklerini de derinden sarsmaktadır.
Birleşik Krallık’taki Manchester Üniversitesi’nden Prof. Itzhaki, yaygın virüslerin Alzheimer hastalığının tetiklenmesinde bir rolü olabileceğinden kuşkulanan ve bu olasılığı işaret eden öncü sinirbilimcilerden (nörolog) biri olmuştur.
Ancak bu teoriyi kanıtlamak son derece meşakkatli bir süreçti.
Prof. Itzhaki, aynı zamanda Oxford Üniversitesi Nüfus Yaşlanması Enstitüsü’nde de görev yapmaktadır ve o dönemi şu sözlerle anlatıyor: “Bilimsel makalelerimizi kabul ettirmekte ve saygın akademik dergilerde yayınlatmakta büyük zorluklar yaşadık. Bunun doğal bir sonucu olarak, yeni araştırmalar için finansman bulamadık. Yeterli maddi kaynak olmadan çalışmalarımızı ilerletmek neredeyse imkansızdı.”
Prof. Itzhaki, “Eğer çalışmalarımız o dönemde daha fazla ciddiye alınsaydı, bugün demansın altında yatan nedenler ve bu hastalıkla mücadele etmenin en etkili yolları hakkında çok daha kapsamlı bilgiye sahip olabilirdik” diye ekliyor.
Buna rağmen, alandaki genel kanı değişmeye başlıyor. Son dört yıl içerisinde, genellikle viral enfeksiyonların tedavisinde kullanılan aşıların ve antiviral ilaçların, Alzheimer’ı önleme potansiyelini araştıran ilk klinik denemeler başlatıldı.
**Enflamasyonun Etkisi**
Yaklaşık otuz yıl boyunca, Alzheimer’ı açıklayan temel model Amiloid Şelalesi Hipotezi olmuştur. Bu hipotez, beyindeki iltihaplanmanın (enflamasyon), beta-amiloid olarak bilinen bir proteinin birikimini başlattığını öne sürer.
Bu birikim, bulutsu plaklar veya kümeler meydana getirerek bölgedeki sinir hücreleri (nöronlar) arasındaki iletişimi bozmaya başlar. Bu süreç, Tau adı verilen başka bir beyin proteinini de etkileyerek sinir hücrelerinin içinde düğümcükler oluşturmasına neden olur.
Normal şartlarda Tau proteini, nöronların yapısal bütünlüğünü korumalarına destek olur, bu da sinir hücrelerinin sinyalleri verimli bir şekilde taşımasını ve iletişim kurmasını sağlar. Plak birikimi ile düğümlenmiş Tau proteininin birleşik etkileri, sinir hücrelerinin ve dolayısıyla beynin işlevlerinin bozulmasına yol açar. Nöronların ölümüyle sonuçlanan bu hasar, Alzheimer’ın karakteristik belirtileri olan ilerleyici hafıza kaybı, muhakeme bozukluğu, ruh hali değişimleri ve diğer semptomları beraberinde getirir.
São Paulo Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görevli araştırmacı nörolog Roberta Diehl Rodriguez, “Fakat bu iki proteinin beyinde neden birikmeye başladığı sorusunun cevabı hala belirsiz” diye ekliyor.
**Virüsler Demansı Başlatabilir mi?**
Günümüzde, virüslerin vücutta uzun süreler boyunca pasif halde kalıp daha sonra yeniden aktif hale gelebildiği artık bilinen bir gerçektir.
Kırk yıl kadar önce Prof. Itzhaki, insan beyninde bulunan herpes simpleks virüsü tip 1’in (HSV-1) genetik yapısını inceleyen ilk çalışmalara imza attı.
Uçuğa sebep olan bu virüs oldukça yaygındır ve nüfusun yaklaşık yüzde 70’inde bulunduğu tahmin edilmektedir. Prof. Itzhaki’nin öncü çalışmaları, virüsü beyinde tespit eden ilk araştırmalardı; zira o zamana kadar merkezi sinir sisteminin bu tür virüslerden arındırılmış bir kale olduğu yönündeki yaygın kanı hakimdi.
Prof. Itzhaki, “Bu keşfin ardından, yaşam boyu tekrarlanan herpes reaktivasyonlarının sinir sistemi hücrelerinde hasarla neticelenecek ve en sonunda hücre ölümüne götürecek bir olaylar zincirini başlatıp başlatmadığını sorgulamaya başladık” diyor.
O dönemde araştırmacılar, hem Alzheimer tanısı almış hem de yaşamları boyunca bu hastalığa yakalanmamış bireylerin beyinlerinde bu virüsün varlığını tespit edince şaşırmışlardı. Bu gözlem, bilim insanlarını, virüsü taşıyan bireylerden bazılarının neden demans geliştirirken diğerlerinin geliştirmediğini açıklayacak genetik gibi ek faktörlerin rol oynaması gerektiği sonucuna yöneltti.
1990’lı yıllarda Prof. Itzhaki’nin yönettiği bir ekip, laboratuvar farelerinde yaptıkları deneylerde herpes simpleks virüsünün, beynin beta-amiloid proteininin yoğunlaştığı bölgelerde kümelenme eğiliminde olduğunu fark etti.
Bu gözlem, çarpıcı yeni bir teoriyi gündeme getirdi: Acaba bu protein, virüsü tuzağa düşürüp etkisiz hale getirmek için sinir sistemi tarafından bir savunma mekanizması olarak mı üretiliyordu?
Bu moleküllerin yapışkan bir doğaya sahip olduğu bilinmektedir ve daha geniş bir bağışıklık tepkisi devreye girmeden önce virüsü yakalayarak çoğalmasını zorlaştırabilirler.
Ancak, herpes virüsünün ömür boyu uykuda kalıp periyodik olarak yeniden canlanabilmesi, beyinde sürekli tekrarlanan iltihaplanma ve buna bağlı olarak beta-amyloid üretim döngülerine yol açabilir. Zamanla, bir zamanlar koruyucu bir mekanizma olan bu proteinin, nöronların kendilerine zarar vererek ölümlerine sebep olan bir probleme dönüştüğü teorisi geliştirildi.
**Aşıların Rolü**
Peki, bu durumu önlemek adına ne yapılabilir?
2013 yılında Galler hükümeti, oldukça dar kapsamlı bir zona aşısı programı başlattı. Zona, varisella-zoster virüsünün yeniden aktifleşmesiyle ortaya çıkan ve ciltte acı veren döküntülere neden olan bir hastalıktır.
Galler’deki 2013 aşı programında, aşı yalnızca 2 Eylül 1933 ile 1 Eylül 1934 tarihleri arasında doğan kişilere uygulandı.
ABD’deki Stanford Üniversitesi Tıp, Epidemiyoloji ve Nüfus Sağlığı Bölümü’nden Prof. Pascal Geldsetzer, durumu şöyle açıklıyor: “Bu, bize adeta doğal bir klinik deney ortamı sundu. Birçok yönden benzer özellikler taşıyan iki grup mevcuttu ve aralarındaki temel fark, bir grubun zona aşısına erişiminin olmasıydı.”
Analiz sonuçları, aşılanan grupta, takip eden yedi yıl içinde demans teşhisi konma ihtimalinin ortalamadan yüzde 3,5 daha düşük olduğunu ortaya koydu. Bu, istatistiksel olarak önemli bir orandı.
Prof. Geldsetzer, “Çalışmamız, bu koruyucu etkinin kayda değer olduğunu ve demans tedavisi için şu an piyasada bulunan farmakolojik seçeneklerin ötesine geçtiğini gösterdi” diye belirtiyor.
Peki bu etkinin arkasındaki mekanizma nedir?
Prof. Geldsetzer, “Tercihen sinir sistemini hedef alan ve yaşamımızın büyük bir kısmında orada kalan virüslerin, bunama gelişiminde bir rol oynayabileceğine dair artan sayıda kanıt mevcut” diyor. Zona aşısı, virüsün yeniden aktif hale gelmesini önleyerek, iltihaplanma ve beta-amiloid üretimi için potansiyel bir tetikleyiciyi ortadan kaldırıyor.
Prof. Geldsetzer sözlerine şöyle devam ediyor: “Aşıların bağışıklık sistemi üzerinde, yalnızca belirli bir patojene karşı antikor üretimini teşvik etmekten çok daha geniş kapsamlı etkiler yarattığına dair kanıtlar artıyor. Bu daha geniş immünolojik etki, başka hastalıklara karşı da koruma sağlayabilir.”
Kısa süre önce yayınlanan makalenin yazarı olan Prof. Geldsetzer, şimdi gönüllülerin rastgele gruplara ayrıldığı ve aşılamanın demans üzerindeki etkilerinin zaman içinde değerlendirildiği geleneksel bir klinik çalışma yürütmeyi hedefliyor.
Ona göre, “Eğer zona aşısının demans başlangıcını gerçekten önlediği veya geciktirdiği kanıtlanırsa, bu, tıp alanında devrim niteliğinde bir buluş olacaktır.”