Sana Göre Haber

Yeni Çalışma: Paskalya Adası’nın Sanıldığı Kadar Yalnız Olmadığı Ortaya Çıktı

Devasa taş heykelleri ve en yakın karadan binlerce kilometre uzakta konumlanmasıyla meşhur olan Paskalya Adası, eşsiz bir anıtsal ritüel kültürünün doğduğu ve ardından esrarengiz bir şekilde yok olduğu, arkeolojinin en büyük sırlarından birini barındırır.

Bugüne dek genel kanı, bu kültürel gelişim ve çöküş sürecinin tamamen dış dünyadan kopuk yaşandığı yönündeydi. Fakat yapılan yeni bir inceleme, bu uzak Pasifik adasındaki toplulukların, aslında binlerce kilometre mesafedeki diğer Polinezya adalarıyla sürekli bir etkileşim içinde olduğunu gösteriyor.

Bilim insanları bu sonuca, karbon tarihleme metodunu kullanarak ritüel anıtların bu geniş ve yalıtılmış adalar bölgesine nasıl dağıldığını analiz ederek ulaştı. Elde edilen bulgular, ilk ritüel faaliyetlerin M.S. 1000–1300 yılları civarında Batı Polinezya’da başladığını ve zamanla doğuya doğru bir yayılım gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu ilk evrenin belirgin özelliği, ziyafet ve defin gibi törensel aktivitelerin gerçekleştiği mekânları belirleyen tekil dikili taşların kullanılmasıydı. Söz konusu doğu yönlü yayılım, Polinezya’ya yerleşimin batıdan doğuya doğru olduğuna dair genel kabul gören teorilerle de tutarlılık gösteriyor.

Rapa Nui olarak da bilinen Paskalya Adası’nın, bu yerleşim dalgasının ulaştığı son nokta olduğu ve bu tarihten sonra uzun bir süre iletişim ağlarının dışında kalarak izole olduğu düşünülüyordu. Bu izolasyonun, adaya özgü olan moai heykellerinin neden yalnızca burada bulunduğunu açıkladığı varsayılıyordu.

KÜLTÜREL AKIŞ DOĞUDAN BATIYA MIYDI?

Ancak, araştırmacılar yaklaşık olarak 1300–1600 yılları arasında Polinezya coğrafyasında ikinci bir ritüel inşaat dalgasının yaşandığını belirledi. Bu süreçte, ‘marae’ veya ‘ahu’ olarak isimlendirilen taş platformlar gibi daha organize ve biçimsel mimari eserler görülmeye başlandı. Bu yapıların ilk olarak Paskalya Adası’nda ortaya çıkıp daha sonra batı yönünde, Polinezya’nın diğer adalarına yayılmış olması dikkate değer bir olasılıktır.

Çalışmanın yazarlarından Profesör Paul Wallin, IFLScience’a yaptığı açıklamada, “İlk yerleşimin batıdan doğuya doğru ilerleyerek yaklaşık 1200 yılında Rapa Nui’ye ulaştığını biliyoruz, bu konuda bir şüphe yok,” dedi ve ekledi: “Fakat elimizdeki 160 civarında tarihlenmiş ahu tapınak alanını incelediğimizde, en eski örneklerin Rapa Nui’de olduğunu görüyoruz.” Paskalya Adası’nda bu yapılar 1300 ile 1400 yılları arasında görülmeye başlarken, Wallin’e göre bu ritüel kompleksinin kaynağı olduğu düşünülen Doğu Polinezya’da, hatta Cook Adaları gibi en batıdaki kısımlarında bile, 1400–1500’den öncesine tarihlenen biçimsel marae yapılarına rastlanmıyor.

Bu durum, marae/ahu ritüel kompleksinin öncelikle Paskalya Adası’nda geliştirildiğine ve ardından batıdaki adalara yayıldığına işaret ederek adanın mutlak bir izolasyon içinde olduğu fikrini temelden sarsıyor. Bu tezi güçlendiren bir diğer kanıt ise, gücü sembolize eden devasa anıtların inşasıyla tanımlanan üçüncü bir ritüel dalgasının da yine ilk olarak Paskalya Adası’nda başlayıp daha sonra batıya yayılmış olmasıdır.

İZOLASYON TEZİ GEÇERLİLİĞİNİ YİTİRİYOR MU?

Araştırmaya göre bu gelenek Paskalya’da yaklaşık 1350 yılından itibaren başlarken, Hawai ya da Society Adaları gibi daha batıda bulunan bölgelere ancak 16. yüzyılın sonlarına doğru ulaşmıştır. Profesör Wallin, bu bulguların Paskalya’daki halkın diğer ada topluluklarıyla bağlantısı olmadığı yönündeki görüşleri geçersiz kıldığını ve bunun pek de şaşırtıcı olmadığını ifade ediyor. Nitekim genetik çalışmalar da Paskalya Adası halkının Güney Amerika ana karasıyla temas kurduğunu daha önce göstermişti.

Wallin, “Bazı araştırmacılar, Rapa Nui halkının Güney Amerika’ya seyahat edip geri döndüğünü öne sürüyor. Eğer bu yolculuğu yapabildilerse, bu onların ne kadar yetenekli denizciler olduğunu ve Paskalya Adası’nın batısındaki Mangareva gibi yerlere de rahatlıkla gidebildiklerini kanıtlar,” diye belirtiyor. “Bu nedenle, izolasyon iddiası oldukça zayıf bir argüman olarak kalıyor.”

Söz konusu çalışma, Antiquity dergisinde yayımlandı.

Exit mobile version