Yakın zamanda avukat bir dostumla, CHP’ye kayyum atanması olasılığı üzerine başlattığımız bir müzakere, ülkemizdeki adalet kavramının mevcudiyeti üzerine bir tartışmaya dönüştü. Bu esnada şu ifadeyi kullandım: “Adalet olması için önce hukuk olmalı!” Bunun üzerine sohbetimiz, adaletin varlığından ziyade hukukun var olup olmadığına odaklandı.
Tıpkı tarih boyunca her devlet ve dönemde görüldüğü gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana adaletin mevcudiyeti ve yasal adaletsizlikler sürekli bir tartışma konusu olmuştur. Bu durum, kendi içinde olağandır. Fakat bir memlekette, özellikle ekonominin son derece olumsuz bir seyir izlediği bir dönemde, hukuki adaletsizliğin ekonomiyi dahi geride bırakarak ana gündem maddesi haline gelmesi ve var olmadığından sürekli bahsedilmesi olağan bir durum olarak kabul edilemez.
### HUKUK ADALET GETİRİR Mİ?
Bu durum olağan olmasa da, ülkemizde ne yazık ki bilhassa son 15 senedir “normalleşmiş” bir hale bürünmüştür. Hatta ülkece gelinen noktada, yargıdaki adaletsizlikler o denli bir boyuta ulaşmıştır ki, biz hukuk profesyonelleri artık adaletin veya adaletsizliğin varlığını değil, bizatihi hukukun kendisinin var olup olmadığını sorgulamaktayız.
Bu iki kavramın aynı anlama gelip gelmediğini merak edenler olacaktır. Ancak aralarında temel bir fark vardır. Adalet, en temel anlamıyla her bireye hak ettiğini teslim etmek anlamına gelir ve insanlar arasında eşit, dürüst ve hakkaniyetli muameleyi temsil eder. Hukuk ise, özet bir tanımla, toplumsal düzeni tesis etmek, bireylerin haklarını güvence altına almak ve sosyal ilişkileri tanzim etmek gayesiyle devlet tarafından oluşturulan ve yaptırım gücüyle pekiştirilen normlar bütünüdür.
Daha net bir şekilde açıklamak gerekirse, biz hukukçuların mevcut tartışması artık bir yasa maddesinin adil bir biçimde tatbik edilip edilmediği, mahkeme hükümlerinin hakkaniyetli olup olmadığı veya hak sahibine hakkının verilip verilmediği değildir. Bunun yerine, hukuk fakültelerinde öğrendiğimiz, üzerine çalışmalar yürüttüğümüz ve var olduğu varsayılan Türk hukukunun temel direkleri olan “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu veya Anayasa Mahkemesi Kararları ve Yargıtay İçtihatları gibi metinler gerçekten mevcut mu, yoksa bizler bu hukuki normların varlığına kendimizi mi ikna etmeye çabalıyoruz?” sorusunu kendimize yöneltiyoruz.
### YANITLANMASI GEREKENLER
Bu temel soruya bir yanıt arayışı, bizi öncelikle başka soruları cevaplamaya mecbur kılıyor. Eğer hukuk olarak adlandırdığımız bu normlar bütünü ülkemizde gerçekten mevcut ve yürürlükte ise, başta ceza hukukçuları olmak üzere herkesin aşağıdaki sorulara bir cevap sunabilmesi gerekir:
Verilerini Av. Mehmet Can Seyhan’ın sosyal medya paylaşımlarından edindiğim ve 48 gün tutuklu kaldıktan sonra 27 Haziran’da serbest bırakılan Av. Burak Saldıroğlu, hangi yasal düzenlemeyi ihlal ettiği için ve hangi hukuk normuna istinaden bu süre boyunca özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır? Benzer şekilde, Av. Mehmet Pehlivan hangi hukuk kuralını çiğnediği gerekçesiyle 20 gündür tutuklu olarak cezaevinde bulunmaktadır? Gazeteci Furkan Karabay, yasanın hangi maddesine aykırı hareket etmiştir ki 56 gündür hapistedir? Ekrem İmamoğlu, Ayşe Barım gibi isimler eklendiğinde maalesef bu liste ve beraberindeki sorular uzayıp gitmektedir.
Bir ceza avukatı olarak şahsen bu sorulara bir cevap bulamıyorum. Alanında yetkin pek çok ceza hukukçusu meslektaşımın da benzer bir çaresizlik içinde olduğunu gözlemliyorum. Buna karşın, bizimle aynı hukuk fakültelerinden mezun olduğunu, varlığına inandığımız aynı anayasayı, aynı TCK’yi ve aynı CMK’yi okuduğunu varsaydığım, bahsi geçen tutukluluk kararlarını talep eden savcılar ile bu kararları veren hâkimler, görünüşe göre bu sorulara kendilerince bir yanıt üretebilmektedir.
### HANGİ HUKUK?
Bu durum bizi kaçınılmaz olarak şu sonuca götürüyor: Ya biz hukukçulara fakültelerde farklı bir anayasa, ceza kanunu ve ceza muhakemesi kanunu öğretildi ya da söz konusu savcı ve hâkimler, sadece kendilerinin vakıf olduğu ancak bizim mevcudiyetinden bile habersiz olduğumuz bir hukuk sistemine göre hareket ediyor. Görünen o ki, ikinci olasılık artık daha kuvvetli bir ihtimaldir. Zira yaşanan bu hukuksuzlukların, bildiğimiz ve Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut yürürlükteki hukuk normları temel alınarak gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Yukarıda zikredilen isimlerin tutuklu kalmasını meşru kılacak hiçbir hüküm, -hangi açıdan yorumlanırsa yorumlansın- yürürlükteki TCK ve CMK’da bulunmamaktadır. Bu kişiler tutuklandıysa ve tutuklulukları sürüyorsa, ya bizim aşina olduğumuz hukuk normları bu ülkede artık geçerli değil ya da bu hâkim ve savcıların bildiği başka hukuk normları var ve kararlarını ona göre veriyorlar. Özetle, bu tutuklama kararlarını verenler ve bu kararları onaylayanlar, yürürlükteki mevcut hukuk kurallarını hiçe saymakta ve kendi hukuklarını icat etmektedirler. Bu durumun kendisi dahi tek başına bir suç teşkil etmektedir. Bu tür uygulamalara derhal son verilmeli ve mevcut anayasamız ile yasalarımıza uygun hareket etme zorunluluğuna geri dönülmelidir.
Halihazırda hukuka aykırı bir şekilde özgürlüğünden alıkonulan tüm bu bireylere şunları ifade etmek isteriz: Kesinlikle umutlarını kaybetmesinler. Er ya da geç, bu topraklarda hukuk fakültelerinde bizlere öğretilen, anayasamızda ve kanunlarımızda yazılı olan hukuk kuralları yeniden tecelli edecektir ve bizler, bu hukukun adil bir biçimde tatbiki için mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Hukuksuzluğu ve adaletsizliği savunanlara, yasaları hiçe sayanlara ve kendi keyfi hukuk düzenlerini kurmaya çalışanlara ise Platon’un şu veciz sözünü hatırlatmakta fayda var: “Adaletsizliği işleyen çekenden daha sefildir!”