Haber Bilgisi: 13 Şubat 2025 | Son Güncelleme: 49 dakika önce
*Bu haberin ilk yayınlanma tarihi 13 Şubat 2025’tir.
“Tarih 17 Şubat 2016, yer Ankara Merasim Sokak… Televizyonda askeri servis aracına yönelik bombalı bir saldırı düzenlendiğini izliyordum. Eşimin o serviste olduğunu biliyordum. Defalarca aradım ama yanıt alamadım. Naaşını ancak DNA testi sonucunda teşhis edebildik.” Bu sözler, aralarında sivillerin de bulunduğu 29 kişinin yaşamını yitirdiği Merasim Sokak saldırısında eşini yitiren bir kadına ait. “Benim için zaman o gün durdu” diye ekliyor.
Etimesgut’taki bir sosyal tesiste, PKK terör eylemlerinde şehit düşen asker ve polislerin aileleriyle bir aradayız. Neredeyse tamamı, son dönemdeki gelişmelerden duydukları rahatsızlığı dile getiriyor. Salonu dolduranların arasında, 2013’te başlayan barış görüşmelerinin ardından evlatlarını ve eşlerini toprağa vermiş aileler de bulunuyor.
Bazı aileler, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin çıkışıyla başlayıp Abdullah Öcalan ile görüşmelere evrilen bu yeni girişimi eleştirdikleri takdirde “vatan haini” olarak yaftalanmaktan endişe ettiklerini ifade ediyor. Genel kanı, PKK’nın geçmişte olduğu gibi yine silah bırakmayacağı ve bu sürecin yalnızca yeni şehit haberlerine yol açacağı yönünde. Buna karşın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “şehitlerin ruhlarını incitecek hiçbir adım atılmayacağı” yönündeki açıklamalarına güvendiklerini belirtenler de var.
‘Bu Kaçıncı Barış Denemesi?’
Oğlunu 2016 senesinde Diyarbakır Sur’daki hendek operasyonları sırasında şehit veren Ali, şimdi biri bir, diğeri dört yaşındaki yetim torunlarına baktığını söylüyor: “Çözüm sürecinin acısını en derinden yaşayanlardan biriyiz. Torunlarım babalarını hiç tanımadan büyüyor. Bu kaçıncı çözüm süreci denemesi?” diye soruyor.
“Geçmişte de sözde silah bırakacaklardı ama bırakmadılar, hendekler kazıp hazırlık yaptılar ve sonunda bizim evlatlarımız şehit oldu. Bu süreçte kimsenin kaybetmeyeceğini söylüyorlar. Bu sözler içimizi çok acıtıyor. Peki, bizim yitirdiklerimiz ne olacak? Cumhurbaşkanımızın Samsun’da ifade ettiği gibi, ya silahlarını bırakacaklar ya da o silahlarla birlikte yok olacaklar. Bunun başka bir yolu yok.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Ocak’ta Samsun’da yaptığı bir konuşmada, kendi iktidarları döneminde “şehitlerin ruhlarını muazzep edecek, gazileri incitecek, onların ailelerini rahatsız edecek hiçbir işleri olmadığını” belirtmişti: “Bölücü caniler ya bir an önce silahlarını gömecekler ya da silahlarıyla birlikte toprağa gömülecekler. Bunun dışında üçüncü bir yol yok. Şu hakikati artık herkes kabul etmelidir, silahın, şiddetin, terörün devri artık sona ermiştir. Ne ülkemizin ne de bölgemizin geleceğinde teröre yer olmadığını tekrar vurgulamak istiyorum.”
‘Yetim Çocuklarımız İçin Ayakta Kalmaya Çalışıyoruz’
Şehit yakınlarının en büyük talebi, bu süreçte kendilerinin de dikkate alınması. Toplantıda her biri, sırayla kendi kayıplarının acı dolu hikayesini paylaşıyor. Eşini 1999’da kaybettiğinde oğlu henüz karnında, kızı ise bir yaşında olan bir anne, acılarının ilk günkü gibi taze olduğunu belirtiyor: “Çocuklarının karnesini alıp mezar başına gitmenin ne demek olduğunu bir Allah bir de yaşayan bilir. Bizim tecrübelerimiz size birer hikaye gibi geliyor olabilir. Ayakta kalacak gücümüz olmasa da çocuklarımız için dimdik durmaya gayret ediyoruz. Ben ne zaman bir şehit haberi duysam, kendimi bir hafta boyunca toparlayamıyorum.”
“Onlar boş yere mi şehit düştüler? Bu çocukların babasız büyümesinin hesabını birileri vermeli. Ya da artık bizi de muhatap olarak kabul etsinler.” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Samsun’daki sözlerine inandığını söyleyen anne, tek istediklerinin adalet olduğunu vurguluyor. “Sanki kendi acılarımız yetmiyormuş gibi, bize bir acı daha yaşatıyorlar. Eşlerimizin, evlatlarımızın şehit olması ile yok sayılmaları arasında ne fark var? Onu Meclis’e getirip konuşturmak olmaz. Eğer terazinin bir kefesine bizi, diğer kefeye katilleri koyacaklarsa, yazıklar olsun.”
Bu sırada 1988’de Bingöl’de gazi olan bir kişi araya giriyor: “Bizim adımıza kararlar alanlar, bu ailelere bir gün olsun sordular mı? ‘Böyle bir sürece başlıyoruz, sen evladını feda ettin ama bunu içine sindirebilecek misin?’ diye sordular mı?”
‘Cumhurbaşkanımızın Sözü Bizim Umudumuz Oldu’
Ailelerin zihinlerinde cevaplanması gereken çok sayıda soru var. Bu soruların başında, “Neden terörün ülke içinde zayıfladığı bir dönemde bu süreç başlatıldı?” ve “Neden Abdullah Öcalan’a ihtiyaç duyuldu?” geliyor. İçlerinden bir gazi, azalan terör olaylarının bu sürecin bir sonucu olarak yeniden tırmanışa geçmesinden duyduğu kaygıyı dile getiriyor. Yanında oturan bir şehit babası ise, “Ülkede parmakla sayılacak kadar teröristin kaldığı söylenirken, neden şimdi böyle bir adım atılıyor?” diyerek ona katılıyor.
Muhatabın Öcalan olmasının kabul edilemez olduğunu belirten bir başka baba, “Eğer ülkemizin güvenliği ve istikbali, Öcalan’ın ağzından çıkacak iki kelimeyle sağlanacaksa, bize yazıklar olsun” şeklinde konuşuyor. Bir diğer şehit yakını ise, “Madem tek bir çağrıyla bitecek kadar kolay bir işti, 26 senedir aklınız neredeydi?” sorusunu yöneltiyor.
Bir gazi, tüm bu belirsizlik içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Samsun’daki açıklamalarına tutunduklarını söylüyor: “Yerlerine kayyum atanan kişiler, bugün devletle pazarlık masasına oturuyor. Sağduyulu bakmaya çalışıyoruz ama bir mantık bulamıyoruz. Öcalan’ı Meclis’e getirme çağrısı yapılması zaten akıl almaz bir durum. Biz, Cumhurbaşkanımızın sözlerine tutunuyoruz. Bizim de ‘umut hakkımız’ bu oldu. Cumhurbaşkanımızın sözünü senet olarak kabul ediyoruz.”
‘Vatan Haini Olarak Görülmekten Korkuyoruz’
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, geçtiğimiz Ekim ayında yaptığı çıkışla, silah bırakma çağrısı yapması karşılığında Öcalan için umut hakkından söz etmişti: “Terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenleme yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın. Ne Kandil ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın.”
Umut hakkı, müebbet hapis cezası alan bir mahkumun, cezasının belirli bir kısmını yattıktan sonra şartlı tahliye imkanının periyodik olarak kurullar tarafından değerlendirilmesi anlamına geliyor. BBC Türkçe’ye görüş veren hukukçular, pratikteki uygulamanın bu şekilde olduğunu ifade ediyor.
Bir baba, bu duruma tepkisini, “Peki, bir şehit çocuğunun umut hakkı yok muydu?” sorusuyla gösteriyor: “Elli bin insanın hayatına mal olmuş bir caniden söz ediyoruz. Taziye çadırlarımızda bize timsah gözyaşları dökenler, o zaman bir daha bizim soframıza oturmasınlar. Bazı siyasetçiler, ‘bu süreci desteklemiyorsanız vatanı sevmiyorsunuz’ imasında bulunuyorlar. Vatanı için en büyük bedeli ödemiş insanlar olarak, vatan haini olarak nitelendirilmekten korkuyoruz.”
15 Ocak tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir habere göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP’li milletvekilleriyle gerçekleştirdiği bir toplantıda “Öcalan’a ev hapsi” gibi iddiaları kesin bir dille yalanladı. Vekillerden gelen sorulara, “Ev hapsi diye bir şey söz konusu değil. Adamın kendisi bile çıkmak istemiyor. Bu söylentiler nereden çıkıyor? Af diye bir şey de yok. Bebek katiline af olmaz” şeklinde yanıt verdi. Haberde ayrıca, Erdoğan’ın Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a dönerek, “Bu gerçekleri halka anlatın” talimatını verdiği, hedefin “Terörsüz Türkiye” olduğunu vurguladığı ve “Şehit ailelerimizin ve gazilerimizin hassasiyetlerine büyük önem vereceğiz. Onları üzecek hiçbir adıma izin vermeyeceğiz” dediği kaydedildi.