Geçtiğimiz hafta sonunda, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yönetimindeki belediyelere karşı yürütülen operasyonlar zirve noktasına ulaştı. Çok sayıda ilçe belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) ardından, Antalya Büyükşehir, Adana BB ve Adıyaman da bu sürece dahil edildi. Operasyonlar neticesinde bazı belediye başkanları tutuklanırken, diğerlerine ev hapsi tedbiri uygulandı. 19 Mart ile 4 Temmuz tarihleri arasında 5.5 milyon seçmenin iradesi göz ardı edilmişken, son yaşananlarla birlikte sandık iradesi devre dışı bırakılan seçmen sayısı 7 milyonu geçti. Bu rakam, 30 farklı ülkenin toplam nüfusunu geride bırakıyor.
Bu sürecin son halkası ise dün CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik’in aniden ifadeye çağrılması oldu. Olayın bazı çevrelerce “gözaltı” olarak duyurulmasına rağmen, durumu bir şehit cenazesinde öğrenen Çelik’in proaktif bir adımla doğrudan savcılığa veya Emniyet’e ifade verme isteğini belirtmesi, yaratılmak istenen bu algıyı boşa çıkardı. Zaten, tıpkı belediye başkanları gibi resmi koruması bulunan Çelik’in, gözaltı işlemi yerine savcılığa davet edilerek ifadesinin alınması daha olağan bir prosedür olurdu.
Görünen o ki, iktidar kanadı baskının şiddetini giderek artırma niyetinde. Kulislerde, operasyonların hedefinde olabileceği iddia edilen çok sayıda belediyenin ismi ısrarla zikredilmeye devam ediyor. CHP’nin önceki dönem genel başkan yardımcılarından ve şu an Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Aykut Erdoğdu, avukat eşi Tuba Torun aracılığıyla kamuoyuyla paylaştığı mektubunda, “Dalga dalga operasyonlara, geniş kapsamlı tutuklamalara, baskıya ve şiddete hazırlıklı olun” diyerek önemli bir öngörüde bulundu. Ayrıca bazı milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının gündemde olduğu ve CHP üzerinde topyekûn bir baskı kurulduğu belirtiliyor. Bu gelişmeler üzerine Genel Başkan Özgür Özel, yarın 412 belediye başkanıyla bir araya gelerek yeni bir strateji belirleyecek. Bu geniş çaplı toplantıda, ara seçim formülü üzerinden bir erken seçim ihtimalinin de masaya yatırılacağı ve belki de daha keskin kararların alınabileceği konuşuluyor.
EKONOMİDEKİ SARSINTI
Döviz kurundaki artış 2024 yılında yüzde 15 seviyesindeyken, 2025’in ilk altı ayında yüzde 21’e ulaştı ki bu durum fiili bir devalüasyon anlamına geliyor. Ekonomi yönetimi, yüksek faiz politikasıyla mevcut durumu idare etmeye çabalıyor. Bu esnada, en büyük 100 Türk şirketinin borsada yaşadığı ciddi değer kaybı veya son olarak Bloomberg tarafından yapılan ve “Siyasi baskı sürerse ekonomiyi zor günler bekliyor” şeklindeki önemli uyarı pek dikkate alınmıyor. Mehmet Şimşek liderliğindeki ekonomi yönetimi, CHP’li belediyelere dönük operasyonların ekonomi üzerindeki olumsuz yansımalarını da göz ardı ediyor gibi görünüyor. Göz ardı edilen bir diğer önemli konu ise mazotun 55 TL’ye, benzinin ise 52 TL’ye yükselmesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ÖTV konusundaki ısrarı devam ederse, halkı çok daha meşakkatli bir dönemin beklediği ifade ediliyor. Eğer ÖTV artışından geri adım atılmazsa, Türkiye, küresel petrol fiyatları düşerken akaryakıta zam yapan yegâne ülke olarak tarihe geçebilir.
500 TL’LİK BANKNOT TARTIŞMASI
En yüksek değerli banknotumuz olan 200 TL’nin alım gücü neredeyse kalmadı ve adeta pula döndü. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in enflasyonun gerilediğine dair ısrarlı açıklamalarına rağmen, Türk Lirası’nın satın alma gücü son derece zayıflamış durumda. Geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan’ın Türk Lirası’nı ‘ikinci sınıf para birimleri’ kategorisine düşürmesi bu durumun bir göstergesi. Bu karar pek de haksız sayılmaz; zira 200 TL’nin uluslararası piyasalardaki karşılığı an itibarıyla 4.95 dolara kadar gerilemiş bulunuyor. Prof. Dr. Hakan Kara’nın verilerine göre, ‘Kara Çarşamba’ olarak bilinen krizde dahi TL/dolar paritesi 6.6 seviyesindeydi. Bazı çevreler bu durumu “nakit kullanımını azaltıp kartlı ödemeleri teşvik etme stratejisi” olarak yorumlasa da 500 ve 1000 TL’lik yeni banknotların basılması bir zorunluluk haline gelmiştir. Hatta danışmanların bu konuda bir çalışma yürüterek Avro modelini örnek alan bir raporu Cumhurbaşkanlığı makamına sundukları dahi iddia ediliyor.
AFET BAKANLIĞI İHTİYACI
Ülkemiz sürekli olarak doğal afetlerle mücadele ediyor. Kış aylarında sel ve heyelanlar, yaz aylarında orman yangınları yaşanırken, deprem tehlikesi de Demokles’in kılıcı gibi başımızın üzerinde duruyor. Yakın zamanda İzmir’in Ödemiş, Buca ve Çeşme; Muğla’nın Milas ve Antalya’nın Muratpaşa ilçeleri büyük yangınlarla sarsıldı ve sadece 72 saatlik bir dilimde 624 yangın vakası kaydedildi. Vatandaşların da desteğiyle, yerel idareler, Orman Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’na bağlı jandarma birimlerinin ortak çabası sonucu yangınlar şimdilik kontrol altına alındı. Bu başarılı müdahale sevindirici olsa da, özellikle afet yönetimi konusunda ülkedeki çok başlı yapı ciddi bir sorun teşkil ediyor. Yetkili kurum Orman Bakanlığı bünyesindeki bir daire başkanlığı gibi görünse de, meselenin tek bir birimle çözülemeyecek kadar karmaşık olduğu aşikardır. Bu nedenle AKP iktidarının, yönetimdeki bu dağınıklığı ortadan kaldırmak için acilen bir Afet Bakanlığı kurması gerekmektedir. Gündemdeki muhtemel bir kabine revizyonu fırsat bilinerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirleyeceği siyasi bir ismin bakanlığa, Prof. Dr. Naci Görür, Prof. Dr. Murat Türkeş, Prof. Dr. Seval Sözen gibi teknokratların da bakan yardımcılığına atanması önerilmektedir. Zira ülkemizle benzer riskler taşıyan Yunanistan, İspanya ve İtalya’da bu tür kurumsal yapılar mevcuttur. Bakanlık konusundan bahsetmişken, ufukta bir kabine değişikliği belirginleşmiş durumda. 1.5 milyarlık yatıyla gündeme gelen Turizm Bakanı M. Nuri Ersoy’un yanı sıra Ticaret Bakanı Ömer Bolat, Tarım ve Ormancılık Bakanı İbrahim Yumaklı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın da koltuklarını kaybedebileceği konuşuluyor. Görevlerinde kalması en muhtemel görünen isimler ise Hakan Fidan, Ali Yerlikaya, Osman Aşkın Bak, Alpaslan Bayraktar ve Abdülkadir Uraloğlu olarak sıralanıyor.