Kimi kitaplar başlangıcını kapağında değil, sayfaları arasındaki derin sessizlikte yapar. Mertcan Karacan’ın şiir derlemesi olan “Seni Yanımda Götüremezdim”, tam da böyle bir sükûnetle okurunu selamlıyor. Ancak bu, bir kopuşun sessizliği değil; daha çok bir sızının, bir izin ve bir anımsamanın yankısıdır. Eser, “birinci ölüm”, “ikinci ölüm” ve “üçüncü ölüm” başlıklarını taşıyan üç bölüme ayrılarak ilerlemektedir. Her bir bölüm, bir duygunun sınırında gezinirken, her şiir o duygunun tam merkezinde kalmayı tercih eder.
1997 doğumlu olan Karacan, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun bir isimdir. Hayatını serbest avukat olarak idame ettirirken, yazınsal faaliyetlerini şiir, metin ve sözcüklerin ifade edilemeyen yönleri üzerinden yürütmektedir. Tay, Varlık, Sincan İstasyonu ve Cumhuriyet Kitap gibi prestijli yayınlarda eserleri yayımlanan şairin bu çalışması, önceki iki şiir kitabının ardından gelen en olgun ve içe dönük eseri olarak dikkat çekiyor.
**Kaybın Üç Perdesi**
Kitap, üç ana bölüm üzerine inşa edilmiştir:
* **birinci ölüm** → Bu kısımda “bir rüya için ikilikler”, “gece gece” ve “bir tereddütün şiiri” gibi metinler aracılığıyla düşlerin, gölgelerin ve içsel çalkantıların ilk tezahürleri sunulur.
* **ikinci ölüm** → “kuşku”, “düğüm”, “kambur”, “son” ve “yine de” gibi şiirlerle, yavaş yavaş kaybedilenlerin ardında bıraktığı izler ve ağırlıklar işlenir.
* **üçüncü ölüm** → “giderayak”, “artık”, “temdit”, “yokluğum”, “sonra, silin” ve kitaba adını veren “seni yanımda götüremezdim” şiiriyle bir kabulleniş, bir veda ve belki de yeni bir başlangıcın sinyalleri verilir.
Bu yapısal tercih, Karacan’ın şiirsel bütünlüğü yalnızca mısralarda değil, kitabın genel mimarisinde de titizlikle oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Kitap, bir içsel ritüelin üç farklı perdede sahnelenmesi gibi deneyimlenebilir.
**Sade Dil, Derin Duygu**
Karacan’ın kullandığı dil oldukça berrak, imgeleri ise yalın olmasına rağmen son derece etkilidir. Şiirler, kendilerini “izah etme” kaygısından ziyade, okura o anı “hissettirme” gayesindedir. Bu durum, “giderayak” şiirinde açıkça görülür:
“ihtiyar bir istasyon gibi hissediyorum kendimi…
dönmüyor gidenlerim, bundan mı ya da
ilk gördüğüme açmalı bunu…”
Şair, burada kişisel belleğin en kırılgan noktasından seslenir. Hafıza, gelenin gidenin çok olduğu ama kimsenin kalmadığı bir istasyona benzetilir.
“şairin odası” adlı şiirde ise bu hafıza, artık kelimelerin ve kitapların içine sığmayan bir yalnızlığa evrilir:
“rezillik, öyle ya, rezillik
pek çoğunu tanımadığım bir dünya insan
…
kalk, ulan, kalk be adam”
Burada hem şairin kendisine hem de okura yönelttiği bir sarsılma daveti vardır. Bu şiir, salt edebi bir monolog olmaktan çıkarak adeta bir uyanış manifestosuna dönüşür.
**”Seni Yanımda Götüremezdim” Başlığının Anlamı**
Kitabın ismi, aynı zamanda son bölümde yer alan bir şiirin başlığıdır. Bu cümle, basit bir ayrılıktan çok daha fazlasını ifade eder. Bir çeşit mecburi yalnızlaşmayı, bir şeyi taşıyamaz hale gelmeyi ya da taşımanın artık olanaksız olduğunu kabullenme durumunu simgeler.
Bu dizelerde yalnızlık, sadece duygusal bir kırılganlık değil, bir varoluşsal durum olarak belirir. Karacan, bu yalnızlığı ne dramatize eder ne de estetize eder; onu olduğu gibi, tüm çıplaklığıyla sayfanın ortasına bırakır. Bazen sessizlikten daha güçlü bir şeyin olmaması gibi, bu kitap da okuruyla o sessizlik üzerinden bir diyalog kurar.
Sonuç olarak, Mertcan Karacan’ın “Seni Yanımda Götüremezdim” adlı eseri, genç bir şairin içsel çöküşlerini, toparlanma süreçlerini ve dille olan hesaplaşmasını konu alan şiirsel bir günce olarak okunabilir. Bölümlere ayrılmış bu “ölümler”, aslında hepimizin hayat yolculuğunda tecrübe ettiği içsel bitişleri ve yeniden başlangıçları anımsatır. Bu çerçevede şiir, yalnızca bir ifade biçimi değil, bir hayatta kalma yöntemine dönüşür.
Ve bu inceleme de, kitabın bıraktığı o son söz gibi noktalanabilir:
“Yine de.”