İnsan münasebetlerinin temel taşı olan güven, eşsiz bir hazine gibi ilişkilerimizin zirvesinde yer alır. Onu kazanmak adına büyük çabalar sarf etsek de, ona gerçekten layık olmak için ne gibi fedakarlıklarda bulunduğumuzu pek sorgulamayız. Halbuki bir insanın sahip olabileceği en değerli unvan, güvenilir olmaktır. Peki, bu onurlu unvanın sorumluluğunu üstlenebilecek yetkinliğe sahip miyiz?
Güvenilir bir kişilik, basit bir özellikten çok daha fazlasını ifade eder. Bu, anlamsız vaatlerin aksine, verilen sözlerin arkasını dolduran bir erdem anlayışıdır. Taahhüt ettiğiniz bir söz, sizi harekete geçirecek güce sahip mi? Bir başkasının “ben sana itimat ediyorum” demesi, omuzlarınıza ezici bir ağırlık mı yoksa gururla taşıyabileceğiniz bir sorumluluk mu yüklüyor?
Bizim kültürümüzde güvenin anlamı derindir; kişinin “sözü” ile “özü”nün bir olduğu noktada başlar. Bu anlayış için Batılı düşünürlerin karmaşık ve detaylı teorilerine başvurmaya gerek yoktur. Atalarımızın bir ceket cebindeki borç senedine attığı imzanın taşıdığı ağırlık, sayısız felsefi tezi geçersiz kılar. Bizim için güven, kutsal bir “emanet” gibidir. Ve bir emanet, uğrunda tereddüt etmeden her şeyin feda edilebileceği bir değerdir.
Peki, bu güvenilir insan mertebesine nasıl ulaşılır? Bu yapının dayandığı üç ana sütun şunlardır:
Bir: Başaramayacağın bir göreve “evet” deme zafiyetine düşme. Güvenilirliğin özü yetkinliktir. Yetkin olmadığın konularda sessiz kalmak, en büyük bilgeliktir. Ancak bir taahhütte bulunduğunda, onu yerine getirmek için tüm gücünle çalış. “Yaparım” diyerek konuyu kapatma. Unutulmamalıdır ki, insanlar şahsından ziyade, sözünün ardındaki kararlılığa itimat eder.
İki: Bir başkasının sana güvendiğini fark ettiğinde, bu duyguyu kalbinde bir meşale gibi taşı. İçinden, “Bana tevdi edilen bu itimadı, şeref meselem sayarım” de. Bu içsel bağlılık, dışa vurulan tüm vaatlerden daha kıymetlidir. Zira güvenin değeri, söze değil, o sözü söyleyenin şahsiyetine aittir.
Üç: O kutsal emanet, seni uykundan uyandıran bir güç olmalı! Birine verdiğin taahhüt, gece yatağına uzandığında vicdanını rahatsız etsin. “O kişi bana inandı” fikri, seni ataletten kurtarıp harekete geçiren bir motivasyon kaynağına dönüşsün. Arzuların seni caydırmaya çalışsa ve yol meşakkatli olsa bile o sorumluluğu sırtlan. Gerçek güvenilirlik tam da budur; sözü değil, sözü vereni onurlandırmak.
Sonuç olarak, her insana ve her duruma karşı aynı seviyede sadakat sergilemek mümkün olmayabilir. Asıl önemli olan, hangi ilişkilerde ve durumlarda bir “emanet kalesi”nin muhafızı olmayı seçeceğine vicdanınla karar vermektir. Güven, hoyratça harcanacak bir hediye değildir; ona layık olmak, hayat boyu devam eden bir içsel hesaplaşmayı gerektirir.
Şimdi kendimize şu soruları yöneltelim: Verdiğimiz hangi taahhütleri eksiksiz yerine getiriyoruz? Bize yöneltilen hangi “ben sana güveniyorum” ifadesinin hakkını onurumuzla verebiliyoruz? Şu gerçeği aklımızdan çıkarmayalım: İnsanın karakteri, verdiği sözlerin yansımasıdır. Güvenilir bir insan olmak ise, yarattığınız bu yansımayı kendi varlığınızdan daha büyük kılma sanatıdır…
Kalbiniz Selamette Olsun…