Ulus-Devletin Tanımı ve Tarihsel Gelişim Süreçleri

Aşağıdaki pasaj, Jürgen Habermas’ın “Öteki” Olmak, “Öteki”yle Yaşamak1 isimli eserinden alıntılanmıştır.
“ Modern anlayışa göre ‘devlet’ hukuksal anlamda tanımlanmış bir kavram olup, nesnel anlamda, içte ve dışta egemen bir devlet gücüne; coğrafya bakımından, kesin olarak sınırları çizilmiş ülke topraklarına, yani devlet halkına işaret eder. Devlet egemenliği, pozitif hukukun biçimleriyle yapılandırılmış ve bu devlet halkı da devlet alanı (toprağı) içerisinde geçerlik kazanan hukuk düzeninin taşıyıcısıdır. Siyasi terminolojide, ‘ulus’ ile ‘devlet halkı’ aynı kapsamda düşünülür. Fakat hukuksal tanımlamanın ötesinde ‘ulus’, ortak köken, en azdan ortak dil, kültür ve tarih ile şekillenmiş siyasi bir topluluk anlamına da gelir. Devlet halkının, bu tarihsel anlamdaki ‘ulus’a dönüşmesi de ancak kendine özgü yaşam biçiminin somut bir yapısında gerçekleşir. ‘Ulus-devlet’ ya da ‘devlet vatandaşlığı ulusu’ kavramlarında birbiriyle kenetlenen bu bileşenler, tarihsel olarak gelişen, ama hiçbir koşulda koşutluk göstermeyen iki sürece, -bir yandan devletlerin, diğer yandan ulusların oluşumuna dayanır.”

Ulus devletlerin ortaya çıkışı, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan gibi çok ırklı, çok etnisiteli ve çok dinli imparatorlukların çözülmesini takiben gerçekleşmiştir. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarında 20’ye yakın yeni devlet kurulmuştur. Bu durum, “ulus devlet” modelini tarihsel olarak oldukça yeni bir yönetim şekli haline getirmektedir. Bu devletler, “vatan” şeklinde isimlendirilen belirli coğrafi sınırlar içinde, ortak bir gelecek tasavvuruyla birleşen ve birbirlerini tanıyan topluluklarca tesis edilmiştir. Bazı durumlarda, farklı inançlara ve kökenlere sahip toplulukların bir arada yaşama kararını, paylaştıkları topraklar belirlemiş; etnik köken ve din ise birleştirici unsurlar olarak daha ikincil bir rol oynamıştır.

Fransız kaynaklarında yapılan tanıma göre ulus-devlet; teorik, politik ve tarihsel bir konsept olarak, siyasi bir organizasyon olan devlet ile kendilerini ortak bir gruba ait hisseden bireylerden oluşan ulusun bütünleşmesini ifade eder. Dolayısıyla bu kavram, bir gruba veya ulusa aidiyet gibi bir kimlik nosyonu ile yasal bir egemenlik yapısı ve bu yapıyı işleten siyasi ile idari kurumların, yani devletin, iç içe geçmesidir. Bu bütünleşme gerçekleşmeseydi, yapı çok uluslu bir devlet olarak tanımlanırdı. Bu yapı, farklı bileşenlerin bir araya gelerek yeni bir bütün oluşturduğu Türk mutfağının “yaz türlüsü” yemeğine benzetilebilir.

Bir ulus devletin kuruluşu genellikle iki temel model üzerinden gerçekleşir:
1- Birinci modelde, devletin varlığı ulusun oluşumundan öncedir. Bu senaryoda ulusal bilinç ve kimlik, mevcut devletin egemenlik sahası içinde zamanla gelişir.
2- İkinci modelde ise, bilhassa ortak bir “etnik” kökene veya yurttaşlık bilincine sahip bireyler, bir arada yaşama arzusuyla birleşerek kendi devletlerini inşa ederler.

Her iki senaryoda da süreç, genellikle birkaç nesil süren yavaş bir evrimi kapsar. Bu evrim, uygun sosyoekonomik koşulların oluşması ve siyasi bir uyumun sağlanmasıyla mümkün olur.

İkinci modele bir örnek olarak Almanya’nın tarihi gösterilebilir. Günümüzdeki Alman devleti, Bismarck’ın proaktif2 ve birleştirici siyasetinin bir ürünüdür. Bismarck, askeri, politik ve ekonomik gücü pekiştirmek hedefiyle, Prusya liderliğinde dağınık haldeki bağımsız Almanca konuşan devletleri tek bir çatı altında toplamayı başarmıştır. Bu hedefe ulaşmak için Bismarck, söz konusu devletlerdeki burjuva sınıfının ekonomik menfaatlerinden, ordunun güvenlik taleplerinden ve 19. yüzyılın başlarından itibaren aydınlar arasında yayılan milliyetçi akımlardan faydalanmıştır.

Fransa örneği ise devletin ulustan önce geldiği modele uymaktadır. Fransa’da devletin inşası aşamalı bir süreç izlemiş, Fransa kralları Orta Çağ’dan başlayarak egemenliklerini zamanla daha geniş topraklara yaymıştır. Milliyetçilik bilincinin gelişimi de benzer şekilde kademeli olmuş, 18. yüzyılda ilk olarak entelektüel, tüccar ve sanayi öncesi burjuva kesiminde belirginleşmiş, ardından halkın geneline sirayet etmiştir. Fransızcanın tek resmi dil haline gelmesi, 1539 tarihli Villers-Cotterêts Kararnamesi ve matbaanın kullanımının yaygınlaşması gibi etkenlerle mümkün olmuştur. Demokratik politik sistemin benimsenmesi, 19. yüzyıl sonunda Jules Ferry öncülüğünde ücretsiz, laik ve mecburi eğitimin getirilmesi, zorunlu askerlik hizmeti ve Fransız bayrağı, Marianne3 ile Marseillaise4 gibi cumhuriyetçi sembollerin oluşturulması, ulusal kimliği daha da pekiştirmiştir.

Bir ulusun, bünyesinde birden fazla etnik grubu barındırabileceği unutulmamalıdır. Türkiye’nin, farklı etnik kökenlere sahip (Türkler, Arnavutlar, Araplar, Boşnaklar, Kürtler, Lazlar, Romanlar, vb.) bireylerden oluşan bir Türk ulusu meydana getirmesi, bu duruma bir örnektir.

1 Yapı Kredi Yayınları, Çeviren: İlknur Aka, 3. Baskı, 2005. s.15-16.
2 Olumsuz bir şeyin olmasını beklemek yerine, yapılan erken değişikliklerle durumu kontrol altına almak.
3 Fransa’nın “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganını temsil eden ulusal bir simge, alegoridir.
4 Fransa ulusal marşı.