Video, bir üniversite amfisinde kürsüde duran bir profesörün, öğrencilerden birine yönelttiği, “Sen, ikinci sıradaki mavi ceketli, ismin ne?” sorusuyla açılıyor. Profesörün hitap ettiği öğrenci, “İsmim Aleksis” şeklinde yanıt veriyor.
Bunun üzerine hoca, “Aleksis, senden sınıfımdan ayrılmanı rica ediyorum” diyerek ekliyor: “Seni bir daha burada görmek istemiyorum”.
Afallayan öğrenci durumu kavrayamadığını belirtince, hoca kapıyı işaret ederek, “Bunu ikinci defa tekrarlamayacağım” diyerek tavrını netleştiriyor.
HUKUK DERSİNE GİRİŞ
Yaşanan bu gerilimin ardından profesörün, “Yasaların varlık sebebi nedir? Neye hizmet ederler? Fikri olan var mı?” sorusu, bunun aslında uygulamalı bir hukuk dersi olduğunu ortaya koyuyor.
Bazı öğrenciler, “Toplum düzenini sağlamak için”, “Bireylerin haklarını güvence altına almak için” ve “Adalet için” gibi cevaplar veriyor.
Hoca, bu yanıtlar için teşekkür ettikten sonra dersin asıl amacını açıklamaya başlıyor:
“Şimdi söyleyin, biraz önce sınıf arkadaşınıza karşı adaletsiz bir davranış sergiledim mi? Elbette sergiledim. Peki o halde neden tek biriniz bile bu duruma karşı çıkmadı? Neden bu haksızlığı durdurmak için müdahale etmediniz?
Binlerce saatlik teorik dersin size veremeyeceği bir tecrübeyi az önce yaşadınız. Sessiz kalmanızın sebebi, durumun sizi doğrudan etkilememesiydi. İşte bu tavır, hayata karşı en tehlikeli yaklaşımdır. Sizi ilgilendirmediğini veya sizin göreviniz olmadığını düşünebilirsiniz; fakat adaletin tesis edilmesine katkıda bulunmazsanız, bir gün haksızlığa uğrayan siz olabilirsiniz. Ve o gün geldiğinde, sizin yanınızda duracak kimseyi bulamazsınız.
Her gün iş yaşamında, sporda ve hayatın pek çok alanında adaletsizlikler yaşanıyor. Adaletin sağlanması görevini başkasına havale etmek yeterli değildir. Ben size sesinizin gücünü öğretmek için buradayım! Herkesin yaptığının aksine hareket etmek anlamına gelse dahi, doğru olanı savunmanız için size güç verecek eleştirel düşünme yetisini kazanmanızı istiyorum… Şimdi derse başlayalım!”
‘SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK!’
Sosyal medyada sıkça paylaşılan bu etkileyici ders, akıllara Papaz Martin Niemöller’in tarihsel uyarısını getiriyor. Niemöller, 1933 yılında başlangıçta desteklediği Hitler rejiminin kilise politikalarına müdahalesiyle birlikte muhalif bir tutum sergilemiş ve bu yüzden tutuklanarak sekiz yılını toplama kamplarında geçirmişti.
Ulusunun taşıdığı ahlaki mesuliyete işaret eden bir din adamı olan Niemöller, sonradan çeşitli biçimlerde aktarılan o meşhur sözleriyle durumu özetlemişti: “Önce sosyalistler için geldiler, sesimi çıkarmadım; çünkü sosyalist değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, sustum; çünkü sendikacı değildim. Daha sonra Yahudiler için geldiler, yine sustum; çünkü Yahudi değildim. Sonunda benim için geldiklerinde, benim adıma konuşacak kimse kalmamıştı”. Bu sözleriyle, kendisi de dahil olmak üzere Protestan kilisesi yöneticilerinin ve Alman halkının büyük bir kısmının ilgisiz kalarak, itiraz etmeyerek ve olanları görmezden gelerek Nazilerin milyonlarca insanı tutuklamasına ve katletmesine ortak olduğunu düşünüyordu.
KURTULMA İRADESİ
Meseleye günümüz perspektifinden bakan Doğan Kuban ise, “Zenginlik, bir güç gösterisi halini alıyor” tespitiyle mevcut duruma ışık tutuyor:
“Yaşananları insanlık onuruna sığdıramıyorum. Ancak bu şiddetin ardında veya yanı başında, günümüzdeki ana sebep olan kapitalizm duruyor. Egemenlik mücadeleleri, paraya hizmet etmenin yaşamın temel motivasyonu (leitmotiv’i) haline gelmesinden besleniyor. İnsanlık tarihinde paraya tapınma yeni bir olgu değil. İslam ve Osmanlı tarihi bu tür hikayelerle doludur. Paraya tapmanın din veya inançla bir bağlantısı olmadığını; Yahudi’den Hıristiyan’a, Çinliden Türke bu durumun değişmediğini biliyoruz. Fakat para, nerede ve hangi koşulda olursa olsun, dokunduğu şeyin saflığını bozar… İslam coğrafyasındaki toplumları etnik ve mezhepsel çatışmalarla bölmeye ve mümkünse parçalamaya odaklanan emperyalist bir program, 150 senedir devrededir. Aklı başında olanlar bu programın neticelerini Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin, Mısır, Sudan, Yemen ve Libya’da açıkça gördüler…” (Umutsuzluk Yakışmaz, Kırmızı Kedi, 2017).
Fakat Kuban, tüm bu karamsar tabloya rağmen umutlu bir kapı aralıyor. O, Türk halkının sahip olduğu “kurtulma iradesi” ve “köklü tarihinin birikimiyle oluşan bilgeliği” sayesinde, kuruduğu zannedilen bir ağacın yeniden filizlenmesi gibi ayağa kalkacağına inanıyor.
Kuban, bu inancını şu sözle özetliyor: “Yeniden başlayabilmek, bir yaşam belirtisidir.”