İklim Değişikliğinin Üretim ve Verimliliğe Yönelik Tehditleri

PROF. DR. SERPİL KAHRAMAN
Yaşar Üniversitesi İşletme Fakültesi Ekonomi Bölümü

Küresel ısınma, şiddetli hava olayları, kuraklık, azalan su kaynakları ve sıklaşan doğal afetler gibi tezahürleriyle öne çıkan iklim değişikliği, üretim süreçleri üzerinde hem direkt hem de dolaylı tesirler yaratmaktadır. Bu durum, tarımsal üretimin yanı sıra sanayi ve hizmet sektörlerinde de ciddi verimlilik kayıplarına sebebiyet vermektedir. Nitekim Dünya Bankası tarafından yayımlanan İklim Değişikliği ve Kalkınma Raporu (WB, 2022), küresel sıcaklıklardaki her 1°C’lik artışın, gelişmekte olan ekonomilerde toplam üretim verimliliğinde takriben yüzde 2’lik bir düşüşe yol açabileceğini ortaya koymaktadır.

Artan sıcaklıklar, bir yandan üretimdeki makine ve teçhizatın performansını düşürürken, potansiyel sistem arızalarıyla üretimde kesintilere yol açmaktadır. Bu durum enerji tüketimini artırırken, hidroelektrik başta olmak üzere enerji üretiminin azalması tehlikesiyle de yüzleşilmektedir. Ayrıca, iklime bağlı doğal afetlerin tetiklediği tedarik zinciri bozulmaları, sanayi üretiminde maliyetleri yükselterek verimliliği düşürme riski taşımaktadır. Üretimdeki verim kayıplarına ek olarak, iş gücü verimliliğindeki azalma da önemli bir faktördür. Özellikle tarım, inşaat, madencilik ve turizm gibi açık havada çalışmayı gerektiren sektörlerdeki işçiler, sıcak stresine maruz kalarak hem verimliliklerini kaybetmekte hem de sağlık sorunları yaşayabilmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2019 tarihli ‘Working on a Warmer Planet’ raporu, 2030’a gelindiğinde küresel ısınmanın, bilhassa tarım ve inşaat sektörlerinde iş gücü verimliliğini yaklaşık yüzde 2,2 oranında azaltabileceğini öngörmektedir. Hindistan’da gerçekleştirilen bir araştırma da bu bulguyu destekler nitelikte olup, üretim tesislerinde sıcaklığın 25°C’yi geçmesi durumunda işçi verimliliğinin yüzde 2 ila 4 arasında düştüğünü göstermiştir (Somanathan vd, 2021).

Tarım sektörü, ekolojik faktörlerden ötürü negatif etkilerin bertaraf edilmesinin daha güç olması sebebiyle, küresel ısınmadan en çok etkilenen alanların başında gelmektedir. Isınan iklim koşulları, özellikle suya yüksek oranda bağımlı olan pirinç, buğday ve mısır gibi temel ürünlerin gelişimini menfi yönde etkileyerek mahsul kalitesini azaltmaktadır. Bununla birlikte, artan zirai hastalıklar, zararlı böcek popülasyonları ve yükselen sulama gereksinimleri de maliyetleri artırmaktadır. Yapılan bir araştırma, insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim değişikliğinin 1961’den beri küresel tarımsal toplam faktör verimliliğinde yaklaşık yüzde 21’lik bir gerilemeye yol açtığını göstermektedir (Ortiz-Bobea, 2021). Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) de raporlarında, iklim değişikliğine bağlı tarımsal verim kayıplarının yüzde 10 ila yüzde 30 seviyelerine çıkabileceği konusunda uyarıda bulunmaktadır.

Bu zorlu süreçte, çevresel sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği konularındaki farkındalığın artmasıyla birlikte, önemli sayıda tüketici artık çevre dostu ‘yeşil’ ürün ve hizmetlere yönelmektedir. Çevresel sürdürülebilirliği merkezine alan şirketlerin çoğunlukla Çin, Hong Kong ve Tayvan’da kümelendiği gözlemlenirken, yeşil enerji tüketiminde İzlanda, Norveç ve İsveç lider konumdadır. Ekolojik çözümler sadece enerji alanıyla sınırlı kalmamakta; dikey tarım, kent bahçeciliği, yeşil tedarik zinciri yönetimi, yeni nesil akıllı gıdalar ve biyoplastik ham maddeler gibi yenilikçi malzeme üretimleri, gelişmekte olan yeni iş modelleri arasında yer almaktadır.

Küresel ölçekte ekolojik girişimcilik ve yeşil yatırımlar son yıllarda kayda değer bir büyüme ivmesi yakalamıştır. Green Intelligence verilerine göre, 2024 itibarıyla küresel yeşil ekonominin piyasa değeri 7,2 trilyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Yeşil teknoloji ve sürdürülebilirlik pazarının büyüklüğü ise 20,9 milyar dolar olarak öngörülürken, bu pazarın 2032’ye kadar 105,26 milyar dolara erişmesi beklenmektedir (The Business Research Company, Fortune Business Insights). Türkiye’deki çevreci şirketlerin sayısı ve yeşil yatırımların hacmine dair veriler kısıtlı olsa da, Fortune 500 Türkiye listesindeki firmaların yaklaşık üçte birinin sürdürülebilirliği bir öncelik olarak benimsediği anlaşılmaktadır.

Ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele performansları, 2005’ten beri her yıl Germanwatch, NewClimate Institute ve Climate Action Network (CAN) International tarafından hazırlanan İklim Değişikliği Performans İndeksi (CCPI) ile ölçülmektedir. Bu endeks, 63 ülkeyi ve Avrupa Birliği’ni; Sera Gazı Emisyonları, Yenilenebilir Enerji, Enerji Kullanımı ve İklim Politikası başlıkları altındaki dört ana kategoride ve 14 göstergeye göre değerlendirmektedir. CCPI 2025 raporuna göre Türkiye, genel sıralamada 53. sırada konumlanarak ‘düşük’ performans gösteren ülkeler grubunda yer almıştır. Ülkemizin özellikle Sera Gazı Emisyonları ve Enerji Kullanımı kategorilerindeki puanlarının zayıf olduğu dikkat çekmektedir. İndeksin en üst sıralarında ise Danimarka, Hollanda ve Birleşik Krallık gibi ülkeler bulunmaktadır.

İklim değişikliğinin üretim ve iş gücü üzerinde yol açabileceği verimlilik kayıplarının etkilerini hafifletmek amacıyla, çeşitli adaptasyon politikalarının geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu doğrultuda, yenilenebilir enerji kullanımının yaygınlaştırılması, emek piyasasına yönelik yeni düzenlemelerin yapılması, erken uyarı sistemlerinin kurulması, iklim dostu ve yeşil teknolojilere geçişin hızlandırılması ve bu alanlardaki fon desteklerinin artırılması gibi yenilikçi çözümlerin hayata geçirilmesi yerinde bir yaklaşım olacaktır.