Turizm endüstrisi, uzun zamandır mevsimlik iş gücü dinamiklerine bağlı yapısıyla, ciddi bir çalışan eksikliği kriziyle karşı karşıyadır. Oteller, operasyonlarını sürdürebilmek için garson, kat hizmetleri personeli ve aşçı gibi pozisyonlarda istihdam edecek personel bulmakta zorlanıyor. Bu durumun temelinde yatan sebepler ise yetersiz maaşlar, bitmek bilmeyen mesailer, iş güvencesi eksikliği ve çalışanların tatil yapma imkanından mahrum bırakılmasıdır. Tam da bu koşullar mevcutken, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanan yeni bir yasa, çalışanların haklarını gözetmek yerine işverenlerin elini güçlendiren bir düzenleme getirdi. Bu yeni mevzuat uyarınca, turizm işletme belgesine sahip oteller, personellerini aralıksız 10 gün çalıştırabilecek ve haftalık izin hakkı ancak 11. günde kullanılabilecek.
Bu yaklaşım bir çözüm olarak sunulsa da, aslında emekçinin en temel hakkını aşındırmaktan başka bir anlama gelmemektedir. Haftalık tatil, bir lüks değil, insani bir gerekliliktir ve dinlenme hakkı anayasal bir güvence altındadır. Mevcut İş Kanunu, bir çalışanın haftada en fazla 6 gün çalıştırılabileceğini ve bir gün dinlenmesi gerektiğini açıkça belirtir. Bu bağlamda, 7 veya 8 gün değil, tam 10 gün boyunca aralıksız çalışan bir personelden hangi düzeyde bir verimlilik beklenebilir? O personel, 11. gün geldiğinde dinlenmiş mi sayılacak, yoksa tamamen tükenmiş bir halde mi olacaktır?
Bu düzenlemenin arkasındaki gerekçe oldukça açık: “Sektörde çalışacak kimse bulunamıyor, bu yüzden esnekliğe ihtiyacımız var.” Ancak asıl sorulması gereken soru, neden kimsenin bu sektörde çalışmak istemediğidir. Bu sorunun cevabı 11. günde sunulan bir günlük izinde değil, işin ilk gününde karşılaşılan gerçeklerde saklıdır: İş güvencesinin olmayışı, mobbing, aşırı uzun çalışma saatleri ve düşük ücret politikaları.
Personel eksikliğini, mevcut çalışanları daha fazla ve daha uzun süre çalıştırmakta aramak, sürdürülebilir bir çözüm değildir. Bu politika, işverene geçici bir soluk aldırırken, çalışan üzerinde kalıcı bir baskı oluşturur ve sektörün geleceğini daha büyük bir riske atar. Nitelikli iş gücünün daha iyi şartlar için yurtdışını tercih ettiği ve gençlerin bu kariyer yolundan uzak durduğu bir dönemde, çözüm yasal zorlamalarla değil, çalışma koşullarının iyileştirilmesiyle bulunmalıdır. Aksi takdirde, bu düzenleme yalnızca “haftalık izin temel bir haktır” ilkesini geçersiz kılmakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’nin zaten hassas olan turizm emek piyasasının yapısını daha da bozacaktır.
Bu yasayı hazırlayanlara sormak gerekir: Sizler, 10 gün boyunca durmaksızın çalıştıktan sonra 11. günde yalnızca bir gün dinlenmeyi adil bir uygulama olarak görür müydünüz? Unutulmamalıdır ki, turizm sektörünü ayakta tutan yalnızca binalar ve tesisler değil, o tesislere hayat veren emekçilerdir. Dinlenmesine izin verilmeyen bir emekçi, en nihayetinde dinlenemeyen ve sürdürülebilirliğini yitiren bir sektör demektir.