Türkiye’nin Stratejik Yükselişi: NATO Raporu ve Terörsüz Dönem Vurgusu

Kaynak:Hürriyet

Fatih Çekirge’nin yazısı şu şekildedir;

Öncelikle, meslek hayatım boyunca trajedilerine şahit olduğum terör felaketinin sona ermesinden ötürü derin bir rahatlama hissediyorum.

Bu barış ve demokrasi köprüsünün kapısını cesurca açan MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye, açılan bu tarihi köprüyü bir devlet projesine dönüştürerek cesaretle benimseyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ve bu sürece destek vererek gereğini yerine getirecek olan TBMM’ye minnettarlığımı ifade etmek isterim. Bu durumu özetleyen cümlem şudur: “Gelecek nesillere bir hediye olsun.”

Şimdi, başlıkta belirtilen NATO raporuna odaklanabiliriz. NATO Genel Sekreteri Mark Rutte imzasıyla kamuoyuna duyurulan “2024 NATO” raporu, “Terörsüz Türkiye” projesinin yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmadığını, aynı zamanda bölgesel ve küresel güç dengeleri üzerinde de önemli etkileri olacağını gözler önüne seriyor.

Rutte, raporun giriş kısmında şu ifadelere yer veriyor: “2024 senesinde Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, İran ve Kore arasında stratejik bir uyum ve pratik iş birliği artış gösterdi. Binlerce Kuzey Kore askerinin Avrupa’ya gönderilmesi de buna dahildi. Bu pervasız gerilim artışı, Avrupa Atlantik ve Hint-Pasifik bölgelerindeki güvenlik meselelerinin birbiriyle olan bağını ortaya koymaktadır.”

Yeni kavramların bulunduğu raporun coğrafi konumlandırması incelendiğinde, merkezi bir pozisyonda bulunan NATO üyesi Türkiye’nin belirgin bir şekilde öne çıktığı görülmektedir. Bu durum, Soğuk Savaş yıllarında Sovyetler Birliği’ne karşı bir “kanat ülke” olarak görevlendirilen Türkiye’nin o dönemdeki rolünü akla getirmektedir.

ANCAK BU TÜRKİYE ÇOK DAHA FARKLI

Fakat günümüzde Türkiye, bağımsız bir irade sergileyerek NATO içindeki konumunu tamamen farklı bir seviyeye taşımaktadır. Türkiye, NATO’ya olan bağlılığını sürdürürken, artık “bağımlı” bir pozisyonda değildir.

Yeni bir tanımlama ile Türkiye, “Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore hattı”na karşı NATO’nun son kalesi olarak değerlendirilebilir. Yine de ben bu tabloyu askeri bir güç dengesinden daha ileriye taşıyorum. Bu konum, “son askeri kale” olmanın ötesinde, bir “son barış köprüsü” olma niteliği taşımaktadır.

Bu rol, Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşında üstlendiği “barış köprüsü” misyonunda açıkça görülmüştür. Aynı şekilde, İran-İsrail geriliminde ABD ile İran arasında oynadığı arabulucu rolü (Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın aktardığı bilgilere göre, ABD’nin İran’a müdahale etmeden önce Türkiye aracılığıyla mesaj iletmesi) ve Türkiye’nin İsrail karşısındaki caydırıcı gücü bu durumu pekiştirmektedir. Bunlara ek olarak, Çin ile yürütülen “İpek demiryolu” projeleri de bu yeni konumu desteklemektedir.

Tüm bu unsurlar bir araya getirildiğinde ve büyük resme bakıldığında, NATO Genel Sekreteri Rutte’nin giriş metninin altını çizerek, terör sorunundan arınmış bir “Terörsüz Türkiye”nin bölgesel tesirini, NATO’nun yeni konsepti dahilinde küresel bir çerçeveye yerleştirmek mümkündür.

Artık bu Türkiye, kendisine “Mehmetçik’e ihtiyaç var, gönder” denilen bir ülke değil, “Ortada bir sorun var, barış için müdahil ol” çağrısı yapılan güçlü bir ülkedir.

TÜRKİYE’NİN KÜRESEL BARIŞA ETKİSİ

NATO Genel Sekreteri Rutte’nin belirttiği yeni NATO stratejisindeki Türkiye unsuru ile PKK’nın Irak ve Suriye hattında silah bırakma sürecine girmesi birleştirildiğinde, şu çıkarımları yapabilirim:

1- Bu silah bırakma faaliyeti, sadece “teröristler silahlarını bırakıyor” ifadesiyle açıklanamayacak kadar kapsamlıdır.

2- Bu eylem, aynı zamanda bölgedeki bütün “vekalet savaşçısı” sistemlerinin (bilhassa İran ve emperyalist güçlerin kullandığı karşıt güçlerin) sonunun başlangıcını temsil etmektedir.

3- Bu gelişme, Türkiye’nin gelişimini yıllardır engelleyen terör belasının nihayete ermesi ve böylece Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel meselelerde daha kuvvetli bir “barış aktörü” konumuna yükselmesidir.

Evet, tarihi bir dönemden geçiyoruz. Bu süreç, yıllarca bizi bize düşüren güçlere karşı verilmiş gerçek bir “barış direnişi” niteliğindedir.

Ve bu tarihi gelişmenin önemini bir kez daha altını çizerek ifade ediyorum: “Yeni nesillerimize bir armağan olsun.”