Türkiye’de kamusal alan hem sosyolojik hem de siyasi olarak tarihten bugüne uzanan bir tartışma alanı. Ancak bu alanı konuşmak yerine deneyimlemek ve sınırlarını yeniden çizmek topluma güçlü bir mesaj vermek için en iyi yollar arasında. Hazal Nehir adım adım inşa ettiği parkur sporculuğu kariyerinde bu mesajı en güçlü biçimde veren isimlerden. Son olarak Mardin ve Midyat’ta Red Bull’un desteğiyle meslektaşı Lilou Ruel ile kentin sınırlarını keşfeden Nehir ile keyifli bir söyleşi yaptık.
– Geçen günlerde parkur sporunu bölgenin tarihi dokusuyla buluşturdunuz. Bu projenin çıkış noktası ve amacı neydi? Sizde ne gibi izler bıraktı bu rota?
Mardin’e ilk kez üç yıl önce parkur için gelmiştim ve o zaman fark ettim ki burası Türkiye’de bu spor için en uygun kentlerinden. Muhteşem çatılar, etkileyici “spotlar” var. Atmosferi, havası ve enerjisi çok farklı. Lilou ile birlikte böyle bir videoyu burada çekmek çok anlamlıydı. Mardin, yurtdışındaki insanlara göstermek istediğim özel yerlerden. Parkurla bu güzellikleri en iyi şekilde yansıtabileceğimize inandım. Bu proje benim için çok özel bir yere sahipti ve gerçekten harika sonuçlandı.
– Parkur sporunu tarihi zenginliği ve kendine has mimarisi olan kentlerde yapmanın teknik, mental ve fiziksel olarak ne gibi farkları oluyor?
Böyle kentlerde parkur yapmak kesinlikle farklı bir deneyim. Ne kadar çeşitli mimari varsa, parkur da o kadar keyifli ve yaratıcı hale geliyor çünkü daha fazla seçenek çıkıyor karşımıza. Mental olarak her atlayış zaten kendine özgü ama Mardin’de bu proje özellikle zorluydu çünkü çoğu hareketi çatılarda, yani yüksekte yaptık. Bu da hem fiziksel hem de zihinsel olarak sınırlarımı zorladı. Yine de kentin enerjisi o kadar güçlüydü ki bize motivasyon verdi.
– Birkaç yıl önce Prag’da ciddi bir sakatlık yaşamıştınız. Bu süreci nasıl atlattınız?
Evet, Prag’da yaşadığım düşüş, en ciddi sakatlıklarımdandı. Parkura dönmem tam iki yılımı aldı. Egzersizler ve fizik tedavi kadar mental anlamda da çalışmam gerekiyordu. Çünkü parkur gerçekten çok riskli bir spor, bu da zihinsel olarak ciddi bir yük oluşturuyor. Böyle bir sakatlıktan sonra beraberinizde bir travma da geliyor ve bunu atlatmak kolay değil. En önemli şey, yaptığım her antrenmandan keyif almak oldu. Kendime çok fazla baskı yapmadım, pozitif kalmaya çalıştım. Küçük ama ulaşılabilir hedefler belirledim. Bu hedefleri başardıkça tekrar güçlenmeye ve o iç motivasyonu yeniden kazanmaya başladım.
– Parkurda bir adım sonrasını mı düşünürsünüz yoksa tamamen ana mı odaklanmak gerekir?
Parkur yaparken tamamen anda olmak çok önemli. Geçmişe ya da geleceğe odaklanmadan o an yaptığın harekete yüzde 100 konsantre olmalısın. Zaten yaşadığım sakatlık da tam olarak bu yüzden oldu; o anı düşünmüyordum. Bu yüzden biz sık sık mental antrenmanlar yapıyoruz. Odağımızı korumak her zaman kolay değil ama bunun için çalışıyoruz.
– Rotayı bilmek, duvar veya demir gibi kullanacağınız alanları önceden incelemek çok önemli sanırım.
Evet, parkur öncesi mutlaka hazırlığımızı yapıyoruz. Zıplayacağımız ve ineceğimiz yerlerin sağlamlığına bakıyoruz. Çıktığımız yüzey kırılabilir mi, indiğimiz yer güvenli mi, hepsini kontrol ediyoruz. Çünkü parkurda her zaman bastığın yere güvenmen gerekiyor. Aksi takdirde sakatlık yaşayabilirsin. Bu yüzden öncesinde tüm güvenlik önlemlerini almak şart.
– Red Bull ile işbirliğiniz nasıl başladı?
Altı yıldır süren bir işbirliğimiz var. 2019’da Red Bull Türkiye ekibi sosyal medyadan benimle iletişime geçti. Kariyerimi ve birlikte neler yapabileceğimizi konuştuk ve ardından sponsorluk başladı. O zamandan bu yana birçok proje yaptık. 2021’de Kapalıçarşı’da Grand Maze projesini yaptık, geçen yıl Madrid’deydik, şimdi de Mardin’deyiz. (Gülüyor)
CİNSİYETİN ÖNEMİ YOK
– Bir kadın olarak kente meydan okuduğunuz bir spor yapmanız, kadınların kentle ve kamusal alanla kurduğu ilişki açısından nasıl bir mesaj veriyor?
Genelde parkurda erkek sporcular daha fazla görülüyor, kadın sporcu sayısı az ama biz çatılara çıkıyoruz, tırmanıyoruz, fiziksel ve mental olarak zorlu şeyler yapıyoruz. Son iki üç yılda daha fazla kadın parkur yapmaya başladı ve kendilerini bu anlamda zorluyorlar. Bence fiziksel ve mental olarak hazır olduğumuz sürece cinsiyetin hiçbir önemi yok.
– Gerçek anlamda tamamladığınız ilk parkur hangisiydi?
Sanırım benim için hem mental hem fiziksel olarak en zorlayıcı parkurlardan biri, Lizbon’da yaptığım ikonik bir “jump”tı. Beş katlı bir balkon sistemi gibi düşünün, yukarıdan başlayıp her katta bir hareket yaparak aşağı iniyorsunuz. Bu hareketi dünyada yapan ilk kadın oldum. Yaklaşık 10 metre yüksekte başlıyorsunuz ve beş ardışık hareketi tamamlamanız gerekiyor. Her birinde anda kalmak ve mental olarak güçlü olmak şart. Bu nedenle benim için özel bir deneyimdi.
– Parkurda bir kariyer inşa edebileceğinizi ne zaman fark ettiniz? Daha önce jeoloji mühendisliği okuyordunuz, karar verirken zorlandınız mı?
Başta parkurdan bir kariyer yapabileceğim hiç aklıma gelmemişti. Türkiye’de örnek alabileceğim kimse yoktu. 2018’de “Six Underground” isimli filmde rol aldığımda ilk kez fark ettim ki parkuru mesleğe dönüştürebilirim. 2014’te başladım, 2018’de ilk işimi aldım ve sonrasında her şey hızla gelişti. Jeoloji mühendisliği okurken parkur yapmaya başlamıştım ve mühendis olmak istemediğimi o zaman anladım. Gerçek tutkumu keşfetmiş oldum. Bu yüzden mühendisliği bırakmak zor bir karar olmadı çünkü ne istediğimi biliyordum.
– Böyle bir spor yapıyorsanız mutlaka aile çevrenizden ilginç tepkiler almışsınızdır.
Çevremden çok fazla olumsuz tepki almadım. Ailem her zaman yanımda oldu. Tabii parkurun ne olduğunu ilk başta pek bilmiyorlardı. ODTÜ’deki jeoloji mühendisliği eğitimimi bırakmak istediğimde annem üzülmüştü. Çünkü o zamanlar parkurdan bir kariyer mümkün mü, bilmiyorduk. Ancak benim amacım para kazanmak değil bu sporun içinde olmaktı. Bir yolunu bulurum diyordum, öyle de oldu.
‘TÜRKİYE’DE SAĞLAM MALZEME KULLANILMIYOR’
– Parkur sporunun Türkiye’deki gelişimi nasıl? Yerel yöneticilerin bu spora bakışı zamanla değişti mi?
Bence parkur Türkiye’de bir dönem daha iyiydi. Şu anda hem sporcu sayısı azaldı hem de kentte uygun alanlar az. Duvarlar çok sağlam yapılmıyor. Arkadaşlarımla parkur yaparken her zaman duvarları birkaç kere kontrol ediyoruz. Artık parklardaki ve binalardaki hangi taşların sağlam olup olmadığını biliyoruz. Bence önceden daha beton gibi sağlam malzemeler kullanılırken şu anki binalar başka bir malzemeden yapılıyor ve o malzeme parkur için çok elverişli değil.
‘KORKU HEP VAR’
– Parkurda korkunuzu nasıl yendiniz?
Parkurda korku her zaman var çünkü sürekli kendinizi bir adım ileriye taşımaya çalışıyorsunuz. Her yeni seviye beraberinde stres getiriyor. Bu stresi yönetmek için günlük tutuyorum. Duygularımı ve düşüncelerimi yazıya döküyorum. Sürece olumlu yaklaşmaya, anda kalmaya ve sonuca fazla odaklanmamaya çalışıyorum. Ayrıca imgeleme ve zihinsel canlandırma da çok işe yarıyor.
‘PARKUR BANA ÇOCUKLUĞUMU HATIRLATIYOR’
– Parkur sporuna yatkınlık, çocukken sürekli ağaçlara tırmanmak gibi alışkanlıklarla mı başlar? Yoksa sonradan gelişen bir merak mı?
Aslında hepimiz çocukken parkur yapmışızdır. Parkur, bedenimizi özgürce hareket ettirmek demek ve bu çocukken çok doğal. Benim de spora yatkınlığım küçüklükten beri vardı. Breakdance ve buz pateni yaptım. Parkura 20 yaşında başladım ama daha önceki deneyimlerim geçişi kolaylaştırdı. Parkur bana çocukluğumu hatırlatıyor: Düşünmeden, sadece hareket ederek eğlenmek…
KURALLAR YARATICILIĞI ÖLDÜRÜYOR
– Kaykay, tırmanış, break dans gibi kentle ilişkili sporlar olimpiyatlara girdi. Parkur sporu için böyle bir gelecek görüyor musunuz?
Evet, parkur giderek yayılıyor. Özellikle Amerika’da çocuklar artık cimnastik yerine parkur yapıyor. Olimpiyat konusu ise karmaşık. Cimnastik federasyonu parkuru bünyesine aldı ama bazı sporcular bu yapının dışında kalmayı tercih ediyor. Çünkü yarışmalar belli kurallara bağlı ve bu da parkurun doğasındaki yaratıcılığı sınırlıyor. Parkur benim için çevreyle etkileşime girdiğim yaratıcı bir alan, bu yüzden yarışma formatını çok desteklemiyorum.
SU ÜZERİNDEKİ HAREKETLERİ SEVİYOR
– En severek ve en çok tedirgin olarak geçtiğiniz parkurlar hangileriydi?
Sanırım en sevdiğim parkurlar su üzerinde yaptığımız hareketler. Genelde nehirlerde veya kanallarda bulduğumuz küçük alanlara zıplıyoruz. Eğer o küçük yerlerde dengemizi sağlayamazsak doğrudan suya düşüyoruz. Bu benim için çok heyecanlı çünkü sürekli “Acaba ıslanacak mıyız?” sorusu aklımda oluyor. Bu da parkura ayrı bir keyif katıyor. En tedirgin olduğum parkurlar muhtemelen gerçekten riskli olan hareketler. Yani 5-10 metre gibi yükseklikteki çatılardan atladığımız hareketler.