Sana Göre Haber

Geçmişin İzleriyle Yüzleşmek: Kendi Acınıza Sarılmanın İyileştirici Gücü

Hayat yolculuğu, zaman zaman bizi kaçınılmaz olarak yaralar. Bu gerçeği kabullenmek güç olsa da hayatın bir parçasıdır. Bazen bu incinmeler en çok güvendiğimiz insanlardan, bazen de hiç beklemediğimiz anlardan gelir. Kimi zaman çocukluktan kalma derin izler taşırız, kimi zamansa yetişkinlik koşturmacasında görmezden geldiğimiz hayal kırıklıklarıyla yaşarız. Ne yazık ki pek çoğumuz, bu yaralarla nasıl başa çıkacağını bilemez bir halde bulur kendini. Bazılarımız onları yok saymayı seçer, “Geçti gitti” diyerek unutmuş gibi davranır. Bazılarımız ise güçlü görünme çabasıyla gülümserken, ruhunda devasa bir boşlukla dolaşır. Bir kısmımız da “Ben iyiyim” maskesinin ardına sığınarak, aslında iyi olmadığımız gerçeğini bastırır. Çünkü bu dünyada bize en sık öğretilen derslerden biri şudur: Acını belli etme, zayıf görünme. Oysa insan, doğası gereği kırılabilen bir varlıktır. Hatta insanın en büyük gücü, çoğu zaman en derinlerindeki kırılganlıktan doğar. Bu yazıda, yaralarımızı gizlemenin mi yoksa onlarla uzlaşmanın mı bize daha iyi hizmet ettiğini birlikte anlamaya çalışacağız. Zira gerçek kuvvet, acıyı bastırmakta değil, onunla barışabilme cesaretinde yatıyor olabilir.

Peki, yaralarımızı neden bu kadar derine gömeriz? Çünkü bize öğretilen model buydu. Toplum, güçlü olmanın duyguları hasıraltı etmekle eşdeğer olduğunu telkin etti. Gözyaşı dökmeyen çocuklar takdir edildi, suskunluğu tercih eden kadınlar “ağırbaşlı” kabul edildi ve acısını içine atan erkeklere “gerçek erkek” denildi. Bize sürekli olarak şu mesajlar verildi: “Geçmişi kurcalama.”, “Olan oldu, artık önüne bakmalısın.”, “Ağlamak hiçbir şeyi değiştirmez.”, “Unut gitsin.” Ve biz de unuttuğumuza inandık. Ancak unuttuğumuz şey acının kendisi değil, onun ifade edilmemiş, dile dökülmemiş haliydi. Üzerini örttükçe daha da büyüdü, sustukça içimize daha çok yerleşti. Aslında yaralarımızı saklamamızın en temel sebebi, o acıyı bir kez daha tecrübe etme korkusudur. Kendimizi koruma içgüdüsüyle unutmuş gibi yaparız. İnsan, kalbinin kaldıramayacağına inandığı her duyguyu bilinçaltına iter. Fakat gözden kaçırdığımız önemli bir nokta var: Bastırmak iyileştirmez, sadece sorunu erteler. Beden olanları kaydeder. Zihin sussun diye zorlansa da kalp her şeyi hatırlar. Yıllar sonra ansızın duyulan bir koku, bir melodi veya bir bakış, o hiç kapanmamış yarayı yeniden kanatabilir. Kendimizi korumak amacıyla sakladığımız her yara, aslında bizi yavaş yavaş içeriden tüketir. Zamanla farkına varmadan, tüm hayatımız o bastırılmış acının etrafında şekillenir. Sevme tarzımız, güvenme yetimiz, yakınlık kurma cesaretimiz… Hepsi o derindeki acıdan bir parça taşır.

Öyleyse şu soruyu sormanın zamanı gelmiştir: Gizlenen bir yara gerçekten iyileşir mi? Bir yarayla nasıl uzlaşılır? Bir yaranın şifa bulması için her şeyden önce görülmeye ihtiyacı vardır. Tıpkı ağlayan bir çocuğun anlaşılmak, “duyulmak” istemesi gibi… Yaralarımız da duyulmak ister. Saklandıkları o karanlık dehlizlerden gün ışığına çıkmayı, bir anlam kazanmayı ve ifade edilmeyi beklerler. Elbette bu kolay bir süreç değildir. Çünkü bir yarayla yüzleşmek, yalnızca geçmiş olayı anımsamak değil, aynı zamanda o anki tüm hisleri yeniden deneyimlemek anlamına gelir. Bu durum bizi korkutabilir. Fakat şifa tam da bu noktada filizlenir. Bir yarayla barışabilmek için öncelikle onu yargılamadan tanımak gerekir. “Bu acıyı neden hissettim?” sorusu yerine, “Bu acıyı yaşayan yanımın asıl ihtiyacı neydi?” diye sormak gerekir. Zira bazı yaralarımız yalnızca başımıza gelenlerden değil, o anda karşılanmamış sevgi ihtiyacından, duyulmamış hislerden, kucaklanmamış bir çocukluktan kaynaklanır. Bazen içimizde hâlâ bekleyen küçük bir “ben” vardır; yalnız bırakılmış, anlaşılmamış ve kendini ifade edememiş bir yanımız… İşte o yanımıza dönüp onunla diyalog kurmaya başladığımızda uzlaşma süreci de başlar. Ona “Senin orada olduğunun farkındayım” diyebildiğimizde… Barışmak, acıyı inkâr etmek değil; onun varlığını onurlandırmak ve ona şefkatle alan açmaktır. İçimizdeki bu acıya merhametle yaklaştığımızda, o acının sesi zamanla yavaşça azalır. Çünkü anlaşılmış olmak, her yarayı bir nebze olsun sağaltan en güçlü ilaçtır.

Exit mobile version