Türkiye Yüzyılı Hayırlı Olsun

9 yıl önce FETÖ’nün bitirildiği ülkemizde “hayırlı Cuma” yaşandı ve 41 yıldır kan döken terör örgütü PKK, bıraktığı silahları yaktı. “Türkiye Yüzyılı”mız hayırlı uğurlu olsun.

Tarihî ve çok önemli bir süreçten geçiyoruz. 1984 yılında “Eruh Baskını” ile ülkemizde katliamlarını başlatan terör örgütü PKK, daha önce açıklandığı gibi kendisini feshetti ve önceki gün dünyanın gözü önünde silahlarını bir kazana bırakıp yaktı. 30 teröristle başlanan silah bırakma hareketinin kısa sürede tamamlanacağı ifade ediliyor. Şüphesiz Türkiye adına tarihî ve olumlu bir gelişme. Bu doğru süreci, hafızalara yerleşen o konuşmasıyla başlatan Devlet Bahçeli ile destekleyen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, kanaatimce şimdiden tarihin altın sayfalarına geçtiler. Cumhurbaşkanımızın beklenen dünkü açıklaması da çarpıcı ve çok mühim hakikatleri ihtiva ediyordu. Bu tarihî dönemin iki mümtaz devlet adamı Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve Devlet Bahçeli’dir. Millî birlik ve beraberlik ruhuna sahip olan her iki güçlü liderimiz, 15 Temmuz ihanetinde de güçlerini birleştirmiş ve emperyalistlerin maşası olan o kanlı ve kirli terör örgütünün bitirilmesinde öncülük etmişlerdi. Bugün FETÖ’den geriye sadece bir utanç vesikası kaldı. Yurt dışına kaçanlar ve yakalanıp hapse atılanlar cezalarını çekiyor. Diğer sempatizanlar büyük ölçüde pişmanlık duygusu içinde. Çok azı ise aynı lanetli görüşleri savunuyor, mağduriyeti oynuyor ve gizlenmek için “yeşillenip” muhtelif gruplara sızmaya çalışıyor. Ama artık FETÖ, elebaşının ölmesiyle Türkiye’de de, dünyada da gücünü kaybetti. Şükürler olsun. Böylece yüce dinimizi kullanarak, maneviyatımızı istismar ederek Türkiye’ye ihanet eden bu karanlık örgüt tarihe karıştı. Şimdi de PKK kendisini feshederek teslim ettiği silahlarını yakarak çekiliyor. Sadece Türkiye’de değil, Irak, Suriye, İran ve yurtdışındaki bütün örgüt mensuplarının da bu gidişata uyması bekleniyor. Sabrın ve cesaretin timsali olan “Diyarbakır Anneleri” umut ve sevinç içinde. Halkımız, bilhassa Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımız, bölgenin ekonomik yönden de canlanacağı için ayrıca mutlu. Bu müspet gelişmenin güzelliğini henüz idrak edemeyenler de inanıyorum ki, yakın bir gelecekte bu hatalı tutumdan vazgeçecek ve “İyi oldu, hatta geç bile kalındı, keşke daha önce bu adım atılsaydı.” diyecekler.

TERÖR ÖRGÜTLERİ İNSANLIK DÜŞMANI

Esasen dünyadaki bütün terör örgütleri birbirlerine çok benzerler ve insanlık dışı saldırılarıyla bütün insanlardan büyük tepki alırlar. Zira çoluk çocuk demeden, genç ihtiyar ayırımı yapmadan herkese saldırırlar. Bugün İsrail de ‘terör görünümlü’ tam bir terör örgütüdür ve bütün dünyada nefret uyandırmakta, lanetlenmektedir. Zira diğer bütün terör örgütleri gibi nizami harp yapmıyor, savaş kurallarına uymuyor. Masumları katledip yaşlıları acımasızca öldürüyor. Evleri, mabetleri, hastaneleri, çarşı pazarı hatta mezarlıkları attığı bombalarla yakıp yıkıyor. Dolayısıyla İsrail, kıyamete kadar insanlık tarafından lanetlenecek ve hiçbir zaman affedilmeyecek kara bir teröristandır. Kötülük şebekesi, şer merkezidir. Ona zerre kadar sempati besleyenlerde de insanlık işareti aramak beyhudedir. Her gün sistemli olarak masumları hunharca katleden, çoluk çocuğu açlığa ve ölüme mahkûm eden, yardım bahanesiyle Filistinlileri arazilere toplayıp sonra da alçakça onlara katleden bu soysuz Siyonistler, sonsuza kadar korkuyla yaşamaya mahkûm kalacaklardır. Zira azılı zalimler gölgelerinden bile korkarlar. Her an bedel ödeyeceklerini düşünürler, yapıp ettiklerinin cezasını mutlaka çekeceklerinin farkındadırlar.

“ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM”

Bu söz bir hakikat anahtarıdır. Elbette “Zalimler için yaşasın cehennem!” Lakin bu zulümleri işleyenler dünyada da en ağır şekilde cezalarını çekmelidir. Dinimize göre bir insanı haksız yere öldüren, bütün insanlığı katletmiş sayılır. Peki, bugün şeytan Netanyahu ve şürekâsı, kaç masum bebeğin, çocuğun, kadının, yaşlının canına kastetti? Kaç insanı evsiz bıraktı, süt bekleyen kaç yavruyu açlığa mahkûm edip hayattan kopmasına yol açtı? Bugün Gazze’de ve diğer bölgelerde kaç Filistinlinin eli kolu, ayağı, gözü kulağı sakatlanmış durumda? Bu soykırımın, cinayetlerin bir bedeli olmayacak mı? Netanyahu ve suç ortakları, en ağır ölümleri çoktan hak ettiler. Bunu kim yapacak? Elbette önce uluslararası hukuk mahkemeleri bu cezayı kesecek, bir an önce kesmelidir. Peki yapmazsa, daha doğrusu emperyalist ülkeler bu görevi mahkemelere yaptırmazsa o zaman ne olacak? Bu insanlık düşmanları rahat mı uyuyacak? Asla! Şer odakları, ölümün soğuk nefesini her an enselerinde hissedeceklerdir. Şu koca yeryüzü, yüreği ve bileği güçlü yiğitlerle, kahramanlarla, cengâverlerle doludur. Ve bunlar bu zalimlerin hakkından er geç gelecektir. Buna bütün samimiyetimle, yürekten inanıyorum.

15 TEMMUZ’U HATIRLARKEN

Bir avuç hainin soysuz kalkışmada bulunduğu, 2016 yılının 15 Temmuz gecesi unutulabilir mi? Asla! Esasen o kanlı ve karanlık geceyi unutmak şehitlerimize vefasızlık, aziz milletimize saygısızlıktır. Her şeyi unutabiliriz ama ihanetleri katiyen! İhanetler hiç unutulmamalı, unutulursa tekrarlanır. İki gün sonra 15 Temmuz’un dokuzuncu yıldönümüdür. Daha dün gibiydi o puslu geceyi yaşayışımız. Cumhurbaşkanımızın talimatıyla meydanlara “Ya Allah, Bismillah” deyip inişimiz… Çoluk çocuk, genç ihtiyar fark etmeden kararlılıkla yollara düşüşümüz… Satılmış heriflerin işgal ettiği tankların etrafını sarışımız, üstlerine çıkıp içindeki hainleri derdest edişimiz. Farklı fikirlerden, anlayışlardan, inançlarından olan milyonlarca insanımız o akşam vatanı alçaklara teslim etmemek için büyük ve destansı bir direniş gösterdi. Başta Ömer Halisdemir olmak üzere 250’den fazla şehidimiz, bedenlerini siper yapıp kanlarını döküp canlarını feda ettiler. İzzetle kıyam edip düşmanla savaştılar ve mübarek topraklarında şehit düştüler. Bugün onların aziz hatırası her zaman yüreğimizde, hürmet ve muhabbetleri ise ta içimizdedir.

İSTİKLALDEN İSTİKBALE

15 Temmuz destana dönüştü, yeni bir ‘Millî Mücadele’miz oldu. O ihanetten sonra hepimiz vatanımızın, bayramlığımızın, milletimizin ve inançlarımızın kıymetini daha çok anladık, kalbimizi dinledik, özümüzü bildik. Kardeşliğimizi hatırladık önce. İçerideki ve dışarıdaki düşmanlarımızı tanıdık. Çocuklarımızın daha şuurlu yetişmesi için çaba göstermeye başladık. Mesuliyet hissi duyan kalem erbabı, yazılar, kitaplar yazdı. Soylu şairler ise destanlar kaleme aldı. Vatanperver ressamlar fırçalarıyla birlik ve beraberliğimiz için tablolar yaptılar. Müzisyenlerimiz hüzünlü besteleriyle ruhlara hitap ettiler. Naçizane ben de İstiklalden İstikbale kitabımı yayımladım o kanlı darbeden sonra. Bugün 40’ın üstünde olan kitaplarım arasında bu eser seçkin yerde duruyor. Zira Orada 15 Temmuz destanımızın şanlı hikâyesi, muazzez milletimizin düşmanlarımıza karşı cansiperane savunması var. Büyük uyanış, kutlu diriliş ve mukaddes direniş! Bugün vatan sevdası yediden yetmişe herkesin yüreğindedir. Zira bir Müslüman olarak duyduk, kabul ettik ve inandık ki: “Vatan sevgisi imandandır.”

ÖMER HALİSDEMİR’İ DE ÇERKEZ HASAN’I DA UNUTMAYIZ

Ömer Halisdemir’i bütün Türkiye tanıyor ama ne yazık ki Çerkez Hasan’ı bilenler çok az. Kolağası Çerkez Hasan, Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdikten sonra padişahımızı hunharca katleden başta Hüseyin Avni Paşa olmak üzere alçak darbecilere 15 Haziran 1876 tarihinde haddini bildiren büyük bir kahramanımız, yiğidimiz ve “İlk Ömer Halisdemir”imizdir. Geçen haftalarda gazetemizde hakkında üç yazı yazdım. Yeni Dünya Vakfı’nda da “Eyüpsultan’ın Ebedî Sakinleri” toplantımızda şehidimizi rahmetle, minnetle, hürmetle ve muhabbetle andık. Kıymetli yazarımız tarihçi Can Alpgüvenç, bize mükemmel bir şekilde hayatını ve hizmetlerini anlattı, yüksek cesaretinden bahsetti. Değerli sanatkârımız Hüseyin İpek de, cengâverimiz adına yakılan “Çerkez Hasan Türküsü”nü uduyla seslendirdi. Toplantıdan sonra bütün katılımcılara Harun Çolak’ın Çerkez Hasan’dan Ömer Halisdemir’e Yarım Aşklar Ülkesi kitabı armağan edildi.

ÇERKEZ HASAN’IN MEZARINA SAHİP ÇIKILSIN!

Tam 14 yıl önceydi. Başta merhum Mehmed Niyazi olmak üzere bir grup tarih sever dostla birlikte Çerkez Hasan’ın Edirnekapı’da yattığı mezarlığa gitmiştik. İçeriye bin bir zahmetle girmiştik. Çünkü burası normalde bir kabristan olduğu hâlde geçmişte özel mülkiyete geçmişti. Çok tuhaf ama bir işyerine dönüşmüştü. İki hafta önce, düzenlediğimiz toplantı vesilesiyle yiğidimizi tekrar ziyaret etmek istediğimizde, mezarlık kapısı kapalıydı. Şaşırdık, üzüldük, hüzünlendik. Alçak darbecilere had bildiren ilk kahramanımızın kabrini ziyaret edemedik. Fatihalarımızı dışardan okuyup kederle döndük. Konu basına intikal etti. Bu millî meselede yayın öncülüğünü Milat gazetemiz yaptı. Milat’tan sonra bir iki gazete bu konuyu ele aldı ama medyamızın büyük bölümü ne yazık ki lakayt kaldı. Şimdi hepimizin ortak dileği, talebi, arzusu, Çerkez Hasan’ın bu perişan hâldeki mezarının şanına yakışır şekilde düzenlenmesi, başına yüksek bir Türk bayrağının dikilmesi ve dış kapıya da şehidimizin hayatının yer aldığı bir levhanın asılmasıdır. Bunu yaparsak yeni nesillerimizde tarih şuuru uyanır. Ayrıca vefalı davranmış ve görevimizi yapmış oluruz. Millî meselelerde çok duyarlı olan sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın bu meseleye bir an önce sahip çıkacağına ve millî kahramanımız Kolağası Çerkez Hasan’ın yattığı küçük mezarlığı ‘özel’den çıkartarak ‘kamu’laştıracağına yürekten inanıyorum.

ÇERKEZ HASAN FİLMİ NE ZAMAN?

Araştırmalarımda Çerkez Hasan hakkında çok az çalışma yapıldığını gördüm. Ona dair ilk kitabı Mihrabad Yayınları’nda iken yazarımız Harun Çolak’a hazırlatmıştım. Çerkez Hasan’dan Ömer Halisdemir’e Yarım Aşklar Ülkesi adıyla yayımlanan roman, ilgi gördü, yeni baskısı yapıldı. Tarihçilerimiz bu meseleyi derinlemesine ve bütün teferruatıyla araştırmalı, romancılarımız yeni romanlar kaleme almalıdır. Filmi bir an önce çekilmelidir. Geçenlerde sinema yönetmeni bir arkadaşıma konuyu açtım, ilgisini çekti ve düşüneceğini söyledi. Böyle bir filmi yaptırmak TRT’mize çok yakışacaktır. Şahsi gayretle bir küçük belgesel yapıldı ama yetersiz. Dönemi iyi bilen tarihçilerimiz, araştırmalarını derinleştirmeli ve ortaya esaslı eserler koymalıdır.

ÇERKEZ HASAN’IN SON SÖZLERİ:

Çerkez Hasan, Sultan Abdülaziz’i tahttan indirip katledenlere haddini bildirdikten sonra yakalanmıştı. Süleymaniye Kışlası’nda hapisken yaralarını tedavi ettirmedi. Muhakeme edilirken, tarihe geçen şu sözleri söyledi: “Nefsim için bu işi yapmadım, milletim için yaptım. Gayem, bundan sonra kimse padişah hal’ etmek gibi şeylere cesaret etmesin.” Alelacele ve uyduruk şekilde kurulan Divan-ı Harpte sorgulanıp ölüm cezasına çarptırılan Hasan, 17 Haziran 1876 tarihinde Beyazıt Meydanı’nda, bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binası önünde, yani Serasker Kapısı önünde bir dut ağacına asıldı. Henüz 26 yaşındaydı. Naaşı, iki gün sonra buradan alınıp Edirnekapı’da mezara defnedildi. Cennetmekân Sultan İkinci Abdülhamid Han, tahta oturduktan sonra kahraman zabitimizin mezarını yaptırdı. Ziyaretçiler, kabir taşında yer alan şu yazıyı okuyor: “Ümerâ ve guzât-ı çerâkiseden İsmâil Bey’in oğlu olup, harb okulunu bitirip, kıdemli yüzbaşı rütbesinde iken genç yaşında velînîmeti uğrunda fedâ-yı cân eden Çerkez Hasan Bey’in kabridir.”

Halk o dönemde darbeci Hüseyin Avni Paşa’nın ölümünü sevinçle karşılarken, Hasan’ın şehadetine ise çok üzüldü. Ardından ağıtlar yakıldı. Şu içli ve hisli mersiye, uzun yıllar vefalı milletimizin dilinden ve gönlünden düşmedi: “Aksaray’dan kar geliyor/Ben sandım ki yâr geliyor/Çıktım baktım pencereye/Çerkez Hasan can veriyor/Beyazıt’ta dut dalında/İp taktılar gerdanına/Siyah siyah urubalar/Dizilmiştir dört yanına/Beyazıt’dır meydan yeri/Hanımların seyran yeri/Çerkez Hasan’ı astılar/Sol yanında ferman yeri”.

Başta Çerkez Hasan ve Ömer Halisdemir olmak üzere bu güzel vatan toprakları için toprağa düşen bütün şehitlerimizi rahmetle ve minnetle yâd ediyorum. Ruhları şad, kabirleri nur, mekânları cennet, menzilleri mübarek, makamları yüksek olsun. Biricik temennimiz ve duamız ise cennet vatanımız Türkiye’mizden yeni Çerkez Hasan’ların ve Ömer Halisdemir’lerin yetişmesidir.