Türler Arası Organ Nakli: Bilimsel Ufuklar ve Etik Sınırlar

Doğumuyla birlikte Fae’de bir şeylerin yolunda gitmediği aşikardı. Vücudu mor bir renk almıştı ve solunumu düzensizdi. Doktorlar, yaptıkları muayenede minik kalbinin sesini dinleyince sorunun kaynağını tespit ettiler. Gelişmemiş bir kalp anatomisiyle dünyaya gelen Fae’nin bu durumla hayatta kalma ihtimali bulunmuyordu; tek umudu kalp nakliydi.
Döneminin en cesur ve bilimsel yaklaşımlı cerrahlarından biri olan Dr. Lee Bailey, bu nakli gerçekleştireceklerini duyurdu. İnsan donör bulma olasılığı son derece düşükken zaman da hızla daralıyordu. Dr. Bailey’nin bu operasyon için bir babun kalbi kullanacağını açıklaması, yalnızca tıp dünyasını değil, bütün insanlığı büyük bir şaşkınlık ve merak dolu bir bekleyişe sürükledi.
1984 senesinde gerçekleştirilen bu operasyon, bir babundan insana yapılan ilk kalp nakli olarak tarihe geçti. Ameliyat başlangıçta başarılıydı. Fakat iki hafta geçtikten sonra vücudun organı reddetme reaksiyonları başladı ve bu süreç engellenemedi. Fae’nin en azından bir insan donörü bulunana kadar yaşatılması hedeflense de, 20. günün sonunda küçük vücudu bu mücadeleye daha fazla dayanamayarak yaşamını yitirdi. Yine de onun hikayesi, insanlığın organ nakli yolculuğunda önemli bir dönüm noktası olarak hafızalara kazındı.

**ORGAN NAKLİNDE YENİ BİR ÇAĞ**

Geçtiğimiz haftalarda bir bilim kongresinden gelen haberler, organ nakli konusunda bambaşka bir seviyeye ulaştığımızı gösteriyordu. Araştırmacılar, tarihte ilk defa domuz embriyolarında insan hücreleri içeren kalpler yetiştirmeyi başardıklarını ilan etti. 21 gün hayatta kalmayı başaran embriyoların bu süre zarfında minik kalplerinin atmaya başladığı gözlemlendi.
Domuzlar, organ boyutlarının insan organlarına olan yakınlığı, süratli üreme ve büyüme potansiyelleri gibi nedenlerle ideal verici adayları olarak değerlendirilmektedir. Özellikle CRISPR/Cas sistemi gibi gen düzenleme teknolojileri sayesinde, insan vücudunun yabancı organı hızla reddetmesine sebep olan üç şeker molekülü domuz DNA’sından arındırılıyor. Bu yöntemle “hiperakut ret” olarak adlandırılan problemin üstesinden gelinmeye çalışılıyor. Ayrıca, uzun vadeli reddi bertaraf etmek amacıyla domuz hücrelerine insan genleri ekleniyor. Bilim insanlarına göre, genetik olarak insan bedenine uyumlu kılınan domuz organları, organ bekleme sorununa karşı ciddi bir çözüm sunabilir.

İnsanoğlu, antik çağlardan bu yana bedeninin ve ruhunun sınırlarını zorlama arzusu içinde olmuştur. Mitolojiler tanrıların ölümlülere sıra dışı güçler verdiğini anlatırken, Prometheus efsanesi yaralı organları iyileştirme umudunu simgeler. Günümüzde bu arayış, organ nakli ve “ksenotransplantasyon” ile bilim kurgu ve gerçeğin iç içe geçtiği modern bir şekle bürünmüştür.

**VİRÜS RİSKİ VE ETİK TARTIŞMALAR**

Ancak kaydedilen bu ilerlemeler, ciddi etik ikilemleri de beraberinde getirmektedir. Türler arası organ nakillerinde virüs bulaşma riski, en temel endişelerden birini oluşturuyor. Nitekim 2022 yılında David Bennett’a yapılan ilk domuz kalbi nakli sonrası, ölümün olası nedenlerinden biri olarak bazı virüs izlerine rastlanması bu endişeyi güçlendirmişti. Bunun yanı sıra, hastaların nasıl seçileceği, hayvanların yaşam koşulları ve uzun vadeli takip zorunluluğu gibi konular da tartışma yaratmaktadır.
Ksenotransplantasyonun geçmişine bakıldığında, 1905 yılında bir çocuğa tavşan böbreği dilimi nakledilmesi ya da 1960’lı yıllardaki şempanze kalbi nakilleri gibi genellikle başarısızlıkla sonuçlanan denemeler görülür. Ancak aralarında en çok ses getiren vaka, 1984’teki Fae vakası olmuştur.

**TÜRKİYE’DE ORGAN BAĞIŞI ARTIYOR**

Peki, Türkiye bu umut yolculuğunun neresinde konumlanıyor? Ülkemizde organ bağışı bilincinin ve nakil sayılarının yükseldiği, umut veren bir tablo mevcut. 2002’den 2023 Kasım ayına kadar olan süreçte Türkiye’de toplam 74 bin 704 organ nakli gerçekleştirildi. Bu operasyonların büyük çoğunluğunu böbrek ve karaciğer nakilleri oluşturdu. Türkiye’de ilk böbrek nakli 1968’de, ilk kalp nakli ise 1969 yılında yapılmıştı. Ne var ki, hâlâ binlerce hasta, özellikle böbrek, karaciğer ve kalp nakli için sırada bekliyor. Beyin ölümü gerçekleşen hastaların ailelerinden alınan onay oranlarındaki artış, toplum genelindeki duyarlılığın da yükseldiğine işaret ediyor.

Bir yanda bilimin sınırlarını aşan, türler arası nakil hedefiyle ilerleyen ksenotransplantasyon; diğer yanda ise insanın insana sunduğu umut dolu bağışlar… Her iki yol da insanlığın yaşamı değerli kılma ve acıyı sonlandırma gayretinin birer yansımasıdır. Unutmamak gerekir ki: “Her bağışlanan organ, yeni bir yaşamın filizlenişidir.”