Sana Göre Haber

Barış Adı Altında Siyasi Bir Karmaşa: Domates, Biber, Patlıcan!

Anlatılan bir fıkrada, kendisini “demokrat” olarak gören bir şahıs, “demokrat olmadığına” inandığı birine, “Ya demokrat olursun ya da dayak yersin” diye bir ültimatom vermiş. Karşısındaki kişi, “Benim demokrasi anlayışım seni ilgilendirmez” yanıtını verince, bu “demokrat” tarafından feci şekilde dövülmüş.

Genç yaşta yitirdiğim ve elbette çok değer verdiğim babamla aramda asla çözüme kavuşturamadığımız bir siyasi çelişki mevcuttu. Kendisi, bildiği yöntemle, daima seçimlerde en çok oyu alan partiyi desteklerdi; bu nedenle Ecevit’e, Özal’a, Demirel’e ve hatta Erbakan’a oy vermişliği vardı. Buna karşılık ben, yaşamım boyunca iktidara gelmiş hiçbir partiye oyumu vermedim. Yine de seçim akşamları, ikimiz de kendimize göre bir mutluluk yaşardık. Babam, kazanan büyük kitleye dahil olduğunu hissettiği için, ben ise mevcut düzenin çarkını döndüren bir siyasete oy vererek dahi olsa katkıda bulunmadığımı düşündüğüm için huzurluydum.

Beni “eski Türkiye” olarak nitelendiren bir arkadaşımın, “süreç” ile başlayıp “Adın da nihayet anlamını buldu” şeklindeki imalı sözleri, babamla olan bu zıtlığımızı aklıma getirdi. Sebebi ise şuydu: Dünyayı anlamlandırmaya başladığım ilk yıllarda, ismimin savaşlara karşı bir başkaldırı, bir nanik olduğunu zannederdim. Babama, “Neden adım Barış?” diye sorduğumda ise hiç beklemediğim bir cevapla karşılaştım: “Çünkü Barış Manço’yu çok seviyorum.” Babam, 70’li yılların ikinci yarısının o uzun saçlı, bol paçalı modasını, yeni doğan oğluna “Barış” ismini vererek kendi hayatında ölümsüzleştirmişti.

Başlangıçta bu duruma biraz içerledim. Ancak zamanla, adaletsiz dünyanın işleyişine dair kavrayışım arttıkça bu hüznü bir kenara bıraktım. Ne de olsa barış, bembeyaz ve saf görünen bir şeker gibiydi; çayınıza katıp keyifle içerken zehirlendiğinizin farkına varmazdınız. Yugoslavya, “barış” getirme vaadiyle parçalandı. Irak’a yönelik askeri müdahaleler, “demokrasi ve barış” getirmek amacıyla yapıldı. Suriye’nin başına bir terör örgütü lideri, “iç savaşı bitirecek barış” için getirilmek istendi. Tarihteki neredeyse tüm askeri operasyonlara mutlaka “barış” içeren isimler verilmişti: Roma Barışı, İngiliz Barışı, Amerikan Barışı… Kanla yazılmış tarihsel dönemler, “barış” kelimesiyle sınıflandırılmıştı. Artık ismimle barışıktım. Zira şarkılar hiçbir zaman bir ülkeyi bölmemiş, bir insanı öldürmemişti.

**BARIŞIN POLİTİKASI: YENİ OSMANLI**

Elbette, “Barış kötüdür” gibi bir iddiam yok. Benim sorguladığım şey, “Kimin barışı ve neyin barışı?” sorusudur. Bana göre savaş da barış da siyasetin farklı araçlarla sürdürülmesinden ibarettir. Birisi barıştan bahsediyorsa, dudaklarından dökülen sözlere değil, elinde tuttuğu politikaya bakmak gerekir. İşte Cuma günü yakılan silahlar ve Cumartesi günü verilen “Birlikte yürüme kararı aldık” mesajı, bize mevcut siyasi zeminin net bir fotoğrafını sunuyor:

– Aptal yerine konulmak istemiyoruz, sürecin İmralı’da yürütülen müzakerelerin bir neticesi olduğunu biliyoruz. Her masa, bir alışveriş üzerine inşa edilir. Fakat birbirine sarılıp ağlayanlar da dahil olmak üzere hiç kimse, bu “yol haritası”nın içeriğini tam olarak bilmiyor. Bese Hozat’ın “top şimdi karşı tarafta” diyerek işaret ettiği projenin detayları milletten kasıtlı olarak saklanıyor.

– Erdoğan’ın yaptığı konuşma, fiili olarak ulus-devlet anlayışının sonuna gelindiğine işaret ediyor. Bu durum şaşırtıcı değil; zira PKK’nin fesih kongresinde hem Öcalan’ın mektubu hem de PKK’nin sonuç bildirgesi doğrudan ulus-devleti hedef almıştı. Erdoğan’ın “Kürt-Türk-Arap ittifakı” temelinde kurguladığı yeni devlet politikası, Öcalan’ın vizyonunu tamamlar nitelikte. Bu politika, ulus-devletin yerine “yeni Osmanlı” hedefini koymaktadır.

– Bu süreç, Cumhuriyet’in temelindeki yurttaşlık projesine aykırıdır. Atatürk, 1923 Cumhuriyetini “Türk etnisitesi” üzerine değil, anayasal vatandaşlık ilkesine dayandırmıştı. Yeni düzeni farklı etnisitelerin bir ittifakı olarak tanımladığınızda, tarihin size bu yapının birleştirici harcının ne olacağını soracağı aşikardır. Erdoğan’ın konuşmasındaki vurgular, bu birleştirici harcın “ümmetçilik” olacağına işaret ediyor. Bu noktada Yeliz’in “1923 bir darbeydi” sözünün bir tesadüf olmadığını daha iyi anlıyoruz.

**BARIŞIN EMPERYAL TEORİSİ**

– Cuma günü silahlarını yakan Nedim Seven ve Esmen Ayaz, Cumartesi günü PKK’nin yayın organlarına demeç vererek anayasal bir değişiklik beklediklerini ifade ettiler. İktidar da sürecin mantıksal sonucunun “yeni bir anayasa” olacağını zaten dillendiriyor. Mevcut anayasanın ve anayasal hakların hiçe sayıldığı, anayasa denince akla sadece Erdoğan’ın yönetim usulleri ve süresinin geldiği bir ortamda yapılacak yeni bir anayasa, açıkça halkın kazanımlarına yönelik bir saldırı olacaktır.

– Barışın da politik olduğunu belirtmiştim. Günlerdir “devlet politikası” olarak sunulan bu süreç, Erdoğan tarafından üç partili bir ortaklık olarak tanımlandı. “Bir ucundan ben de tutabilir miyim?” umuduyla bekleyen CHP’ye ise net bir şekilde “Sen bu işin içinde yoksun” denildi. Böylece sürecin amacının “iç cepheyi” birleştirmek değil, “muhalefeti içeriden parçalamak” olduğu kesinleşti.

– Türkiye, sadece bugün değil, son 40 yıldır emperyalizm tarafından İsrail’i korumak ve İran’ı dengelemek amacıyla Sünni eksenli bir Osmanlıcılığa doğru itilmektedir. Trump’ın Suriye özel temsilcisini Türkiye’ye büyükelçi olarak ataması, bu büyükelçinin “Türkiye için en ideal sistem Osmanlı millet sistemidir” şeklinde bir önermede bulunması, Şam’a yönelik yaptırımların kaldırılarak Şara ile İsrail’in masaya oturtulması ve Kürtlerin yeni düzene entegrasyonu bugüne dek bir ders vermediyse, büyükelçinin Cumartesi günü yaptığı “sıra Hizbullah’ın silahsızlandırılmasında” açıklaması bir ders olmalıdır. Özetle, bu “süreç” taraflardan bağımsız bir şekilde emperyal politikalara endekslidir.

– Sevr bir barış antlaşmasıydı ama yeni bir savaşın gerekçesi oldu. Versay da bir barış antlaşmasıydı ama o da yeni bir savaşa zemin hazırladı. Bazen barış olarak gördüğünüz bir durum, sizi çok daha büyük çatışmaların içine sürükleyebilir. Cumartesi günü Erdoğan’ın konuşması, Misakı Milli sınırlarının esnetilebileceği beklentisini açıkça yarattı. “Genleşme” teorileri yeniden raflardan indirildi. Dün nasılsa bugün de öyle: Emperyalizm size daima daha büyük olanı göstererek küçülmeye ikna eder. Sınırlarının dışına taşmaya çalışan bir Türkiye, karşısında kaçınılmaz olarak bazı Arapları, Farsları ve İbranileri bulacaktır. Tıpkı 1. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, devir “kardeşlik” devrinden “Sırtımdan vurdular” devrine dönecektir. Unutmamak gerekir ki Atatürk, genleşme teorilerini reddederek, Türkler için rasyonel sınırlara çekilmiş ve Araplar dahil olmak üzere tüm komşu halklarla sürekli bir barış kuşağı inşa etmiştir.

**SÜRECE KARŞI ÇIKANLARI DÖVENLER**

– Türkiye, anayasasında tanımlandığı gibi demokratik bir hukuk devleti olmayı başarsa, aslında “Kürt sorunu” başlığı altında toplananlar da dahil olmak üzere pek çok problemden kurtulabilir. Ancak ne var ki “süreç” bu temel üzerinden ilerlemiyor. Tam tersine, demokratik ve hukuki haklar bir pazarlık unsuru haline getiriliyor. Sürecin sonunda yalnızca “uslu duranların” demokratik haklarını kullanabileceği bir tablo resmediliyor. Bese Hozat İstanbul’a gelip siyaset yapacağını açıklarken, Esenyurt’tan Şişli’ye kadar DEM’le ittifak kuran CHP’li belediyeler kayyumlar tarafından yönetilmeye devam ediyor.

– Son bir nokta… Türkiye’deki tüm sağcı açılımların vitrinine genellikle liberaller ve eski solcular konulur. Bu durum Özal döneminde de, “Yetmez ama Evet” sürecinde de böyleydi. Şimdiyse naftalin kokuları giderilerek sandıktan çıkarılan bu isimlerin yanına bir de “tövbekar milliyetçiler-ulusalcılar” eklendi. Dünün “darbeci”, “vesayetçi”, “terör sevici” gibi yaftalamaları, yerini bugünü sorgulayanlara yöneltilen “Barış düşmanı mısın?” saldırısına bıraktı. Onlara bu cüreti veren ise şüphesiz, “sürece karşı olanı döveriz” diyen iktidardaki güç odaklarıdır.

Biliyorum, bu yazı “kalabalıklarla yürümeyi sevmeyen ben”den, “adın Barış” diyen arkadaşıma verilmiş uzun bir cevap oldu. Fakat mademki “adım Barış” diye, kurdun kuzuyla birlikte çektiği bu halayı özetleme görevi ille de bana düşüyor, o halde özetim şudur: Domates, biber, patlıcan!

Exit mobile version