Sana Göre Haber

Etnik Siyasetin Tehlikeleri ve Türkiye’nin Anayasal Geleceği

Elbette hiç kimse savaş veya terörü desteklemez; demokratik prensipler ve barış, şüphesiz hepimizin ortak umudu ve hedefidir. Bu çerçevede, terör örgütü PKK’nin Irak’ta sembolik bir silah yakma eylemi, hem ülkemiz hem de içinde bulunduğumuz coğrafya için kritik bir dönemece işaret etmektedir. Yine de, bu gelişmenin getireceği sonuçları dikkatle irdelemek zorunludur. Bu sürecin egemen ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki potansiyel etkilerini sorgulamak ve ulusal çıkarlarımızı gözetmek, her birimizin vatandaşlık sorumluluğudur.

Bir terör örgütünün silah bırakma kararı alması, prensipte olumlu bir gelişmedir. Fakat küresel belirsizliklerin hakim olduğu bu çağda, atılan bu adımın sahadaki karşılığını, gelecekte neye dönüşeceğini ve bir gölge oyunu olup olmadığını derinlemesine analiz etmek, geleceğimiz açısından bir zorunluluktur.

İktidardaki Cumhur İttifakı, ortakları arasına DEM’i de dahil etme niyetini kamuoyuna duyurmuştur. DEM Partisi ise şu an için durumu bir süreç olarak değerlendirip “bekle ve gör” pozisyonunu korumaktadır. Bu işbirliğini, yalnızca terör örgütünün sembolik silah bırakma eylemi ve Kürt siyasetine yeni bir alan tanınması şeklinde okumak, eksik bir analiz olacaktır. İktidar kanadının amaçları arasında, “yeni anayasa” değişikliği için Meclis’te gerekli sayısal çoğunluğu sağlamak bulunmaktadır. Ayrıca bu hamle, yerel seçimlerde birinci parti konumuna yükselen CHP karşısında yaşanan oy kaybını durdurma ve iktidarını sürdürme stratejisinin bir parçası olarak görülmektedir.

IRAK VE LÜBNAN’I FELÇ EDEN SİSTEM

Bir anayasa değişikliğinin hayata geçirilmesi, geniş tabanlı bir toplumsal mutabakat ortamı gerektirir. Mevcut anayasaya dahi tam olarak riayet edilmediği bir ortamda, yenisi için bir fikir birliği olduğundan bahsetmek zordur. Ekonomik ve siyasi krizlerin devam ettiği, CHP’nin erken seçim taleplerinin karşılık bulmadığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesindeki dengesizliğin sürdüğü bir dönemden geçiyoruz. Bununla birlikte, CHP’li belediyelere karşı yürütülen ve “normalleştirilme” adı altında sunulan operasyonlar ile belediye başkanlarına yönelik tutuklamalar art arda gelmektedir. İktidarın bir yandan DEM Partisi ile İmralı sürecini ilerletirken, diğer yandan “kent uzlaşısı” kuran muhalefeti “terör” ile itham etmesi, yaşanan çelişkilerden biridir.

Bu noktada, “Nasıl bir anayasa?” sorusu, en büyük soru işaretlerinden birini oluşturmaktadır. En başta gelen endişe, Atatürk’ün önderliğinde inşa edilen Cumhuriyet’in temel devrim ve ilkelerini zayıflatacak girişimlere zemin hazırlanıp hazırlanmayacağıdır. Bu karmaşık coğrafyada dine, etnisiteye ve mezhebe dayalı siyasetin ne gibi sonuçlar doğurduğunu anımsamakta fayda var. Örneğin Irak ve Lübnan’daki duruma bakıldığında; Irak’ta yönetim yapısı gereği cumhurbaşkanlığı Kürtlere, meclis başkanlığı Sünnilere ve başbakanlık Şiilere tahsis edilmiştir. Lübnan’da ise cumhurbaşkanı bir Hıristiyan, başbakan Sünni bir Müslüman ve meclis başkanı da Şii bir Müslümandır. Bu ülkelerin karşılaştığı problemler bellidir: bitmeyen çatışmalar, siyasi istikrarsızlık ve bölünmüş yapıların güç mücadelesinin dış aktörler tarafından sürekli olarak kışkırtılması…

‘KOMŞULARLA SIFIR SORUN’DAN NEREYE?

İmralı süreci ve “yeni anayasa” gündeminin ortasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir “Türk-Kürt-Arap ittifakı” söylemi geldi. Bu çıkışın Arap dünyasında nasıl yankı bulacağını dikkatle izlemek gerekiyor. ABD’nin Obama döneminde Türkiye’yi bölgesel bir güç yapma hedefiyle kurduğu “model ortaklık” girişimine ve ardından bölgeyi kaosa sürükleyen “Arap Baharı”na Arap ülkelerinin nasıl olumsuz yaklaştığı hafızalardadır. Benzer şekilde, “komşularla sıfır sorun” ve “stratejik derinlik” politikalarının Suriye krizine saplanmayla, komşu ülkelerle artan gerilimlerle ve Akdeniz’deki ulusal çıkarlarımıza yönelik kayıplarla sonuçlandığı da unutulmamalıdır. Bölgesel istikrardan ticarete kadar geniş bir yelpazede işbirliğini hedefleyen adımların değeri yadsınamaz. Ancak, bölgesel bir hegemonya kurma arzusunu çağrıştırabilecek söylemler, mevcut dini, etnik ve mezhepsel fay hatlarını harekete geçirerek yeni çatışma riskleri doğurabilir.

Suriye’de terör örgütü PKK/YPG, fiilen meşru bir aktör konumuna gelmiş durumdadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin hedefinin ne olduğuna bakıldığında, görünen o ki Şam’da İslamcı Şara’nın merkezde olduğu ancak askeri omurgasını YPG’nin oluşturduğu bir yönetim arzulanmaktadır. Türkiye’yi memnun etmeye yönelik söylemlerin ardındaki gerçek, Pentagon’un YPG’ye yönelik “eğit-donat” programını kesintisiz sürdürmesidir. ABD çıkarlarının bölgedeki koruyucusu İsrail ise, bölgedeki işgal alanını çoktan genişletmiş vaziyettedir.

Her ülkenin kendine özgü bir yönetim modeli bulunur. Bizim modelimiz ise Atatürk’ün önderliğinde kurulan, demokratik, laik ve hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Yaşanan tüm krizlere rağmen dimdik ayakta durabilmemizin ve ülkesiyle milletiyle bölünmez bir bütün olarak kalmamızın temel harcı bu ilkelere dayanmaktadır. Elbette Türkler, Kürtler, Araplar ve fetihler bu coğrafyanın tarihsel gerçeklikleridir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti bir Arap Cumhuriyeti değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne giden süreçteki tarihsel olaylar, bugün için ibret alınması gereken derslerle doludur.

Exit mobile version