Muhammed ümmeti olarak günümüzde yaklaşık iki milyar kişiden oluşan muazzam bir aileyi temsil ediyoruz. Dünya üzerindeki enerji kaynaklarının tahminen %85’i, ümmet coğrafyasının kalbinde yer almaktadır. Ancak ümmetin parçalanmış olması, onun gücünü yitirmesine, onurunu kaybetmesine ve hasımlarının kontrolü altına girmesine neden olmuştur. Bu bölünmüşlük ve zafiyet, ümmetin sahip olduğu yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin emperyalist zalimler tarafından sömürülmesine zemin hazırlamıştır. Neticede, bu denli büyük bir varlığa rağmen yoksulluk, bu kadar zenginliğe karşın perişanlık ve onursuz bir durum ortaya çıkmıştır.
Düşmanlar, İslam ümmetinin asıl gücünün birlik ve beraberliğinde, kardeşlik ruhunda ve ortak ümmet bilincinde yattığını çok iyi kavramıştır. Bu ayrılıkçı plan, sanılanın aksine yeni değil, Resûlullah’ın (sav) vefatının hemen ardından ümmet içerisinde ortaya çıkarılan fikir akımları ve sapkın gruplarla başlamıştır. İlk iki halife devrinde planlarını hayata geçirme fırsatı bulamayan hasımlar, ikinci halife Ömer’i (ra) şehit ettikten sonra “Sebeiyye” ve ardından “Haricilik” gibi bölücü fikirleri ümmet içinde yaygınlaştırmıştır. Bu sürecin devamında 3. ve 4. Halifeler de şehit edilmiştir. O zamandan beri, içerikleri ve şiddetleri farklılık gösterse de tefrika hareketleri sürekli olarak varlığını sürdürmüştür.
“Firak-ı Dalle” olarak adlandırılan “Haricilik”, “Kaderiye”, “Cebriye”, “Mu’tezile” gibi fırkalar bu planın ilk unsurlarıdır. Daha sonra bu yapı, zamanla 25 farklı kola ayrılan “Şiilik” ile birlikte “Haşhaşilik”, “Karmatiyye”, “Buveyhiyye”, “Fatımiye” gibi gruplarla daha da çeşitlenmiştir. Yakın tarihte ise “Babilik”, “Bahailik”, “Tekfirci Vahhabilik” ve “Selefilik” ismini kötüye kullanan tekfirci oluşumlar ve benzerleri, bu bölücü planın birer parçası olmuştur. Son yüzyılda tanık olduğumuz “Fetö”, “Evrenesoğlu”, “Kedicik yapılanması” ve “Kur’aniyyun” diye bilinen sünnet karşıtı reformist hareketler gibi irili ufaklı pek çok yapı da yine aynı amaca hizmet etmektedir.
Özetle, “Tefrika” düşmanın bu ümmete karşı kullandığı en tehlikeli ve en tesirli silahtır. Bu tefrikanın en uç noktası ise “Tekfircilik”tir. Çünkü tekfirci bir düşünce yapısına bürünen kişiler ve topluluklar, hakikati duymayan, görmeyen ve anlamayan birer “zombi” haline gelmektedir. Bu kişilerin hisleri ve gönül dünyaları, doğruya ve gerçeğe tamamen kapanır. Tekfircilik bataklığına saplanan kitleler, düşmanın “vekalet orduları” ve “kurşun askerleri” haline çok rahat bir şekilde dönüşmektedir. Bu nedenle, “tefrika” tarih boyunca düşman tarafından en yoğun ve etkili biçimde kullanılan bir silah olmuştur.
Düşmanın bu hain silahına karşı ümmetin en etkili kalkanı ve gücü, “ümmet ruhu” ve “kardeşlik bilinci” etrafında kenetlenerek bir ve beraber olmaktır. Bu bağlamda, yaklaşık sekiz on aydır büyük bir titizlikle hazırlanan “Terörsüz Türkiye” projesi, bu istikamette atılmış son derece büyük ve kıymetli bir adımdır. Devlet ve millet olarak hepimizin, bu sürecin başarıyla sonuçlanması için dua etmenin yanı sıra aktif bir gayret ve çaba içerisinde olması gerekmektedir. Bütün cemaatlerin, derneklerin, STK’ların ve gönüllü teşekküllerin bu sürece omuz vermesi bir görevdir. Sosyal medyada etkileşim gücü olan herkesin ve tüm kanaat önderlerinin bu konuda ciddi bir sorumluluğu bulunmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın kapsamlı konuşmasından alınan aşağıdaki paragraf, konunun önemini vurgulaması açısından oldukça anlamlıdır.
“Türk, Kürt, Arap eğer beraberse Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır”
Erdoğan, Türklerin, Kürtlerin ve Arapların ittifak kurduğu zamanlarda atlarının rüzgârının Çin denizinden Adriyatik’e kadar serinlik getirdiğini ifade ederek sözlerine şöyle devam etti:
“Atlarımızın şahlanışından coğrafyaya huzur yayıldı. Kılıç şakırtıları bu bölgeye barış getirdi. Kılıçlarımızı gerektiğinde kınından çıkarıp omuz omuza savaştık. Gerektiğinde hançerlerimizle bir dilim ekmeği üçe böldük. Gerektiğinde kılıçlarımızı, hançerlerimizi kınına koyduk. Kalemlerimizi çıkardık. Yeryüzüne, gökyüzüne birbirimizin yüreğine La İlahe İllallah Muhammedün Resulullah hattını hep beraber kazıdık. İttifak yaptığımızda atlarımızın, kılıçlarımızın, kalkanlarımızın, naralarımızın, tekbirlerimizin önünde hiç kimse duramadı. İttifak yaptığımızda medeniyetimizle, sanatımızla, ilmimizle, refah seviyemizde hiç kimse yarışamadı. Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, birse, beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır. Moğol orduları acımasızca İslam beldelerini yıktı. Çünkü Türk, Kürt, Arap ayrışmıştı. Haçlılar İslam beldelerine saldırdı. Çünkü Türk, Kürt, Arap birbirinden kopmuştu. Birinci Dünya Savaş’ını kaybettik, aramıza sınırlar çizildi, duvarlar örüldü. Kudüs’ü yitirdik çünkü tefrika vardı. Ne zaman ayrıldık, kaybettik, yenildik. Ne zaman ittifak yaptık, o zaman tarihe istikamet çizdik. Bugün Gazze’de, Filistin’de tarihin en acımasız, en vahşi, en barbar soykırımı icra ediliyor. Neden? Çünkü Türk, Kürt, Arap tarih boyunca olduğu gibi bir araya gelip ittifak kuramıyor.” Subhaneke… Bi-hamdike… Esteğfiruke…