Terör örgütü PKK tarafından 1984’te başlatılan terörist faaliyetler, AKP hükümetinden önceki dönemde, DYP, DSP, ANAP ve MHP gibi partilerin oluşturduğu koalisyon hükümetleri tarafından büyük oranda bitirilmiş ve minimum bir seviyeye indirilmişti.
PKK’ye yönelik en ağır darbe, örgütün kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan’ın, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve Başbakan Bülent Ecevit’in yönetimindeki hükümet tarafından ele geçirilip hapsedilmesiyle indirilmiştir. Bülent Ecevit, 1970’li yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi’nin liderlik koltuğunda oturmaktaydı.
Devlet, AKP tarafından “eski Türkiye” olarak adlandırılan dönemlerde terörü, örgütle müzakere masasına oturmak yerine doğrudan mücadele yöntemiyle sonlandırmıştı. Buna karşın, AKP hükümeti iktidarını koruma endişesinin de bir faktör olduğu “Oslo süreci” ile PKK ile bir diyalog başlattı. Ancak bu girişimin hüsranla neticelenmesi, PKK’nin terörist eylemlerinin tekrar tırmanışa geçmesine neden oldu.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, o dönem AKP Genel Başkanı ve Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışının ardından, köktendinci terör örgütü IŞİD’in faaliyetlerine göz yumulduğu ve HDP’yi hedef alan terör eylemlerine başladığı bir dönem yaşandı. Neticede, PKK ve IŞİD’in karşılıklı saldırılarıyla Türkiye bir terör sarmalının içine çekildi.
AKP, işte bu kaotik atmosferde MHP ile bir ittifak kurarak “güvenlik” odaklı bir söylemle genel seçimlerde galip geldi ve 2015 yılında tekrar iktidar oldu.
Bu nedenle, Erdoğan’ın, “Türkiye Cumhuriyeti terörü sonlandırmak adına tüm yöntemleri denemiş, fakat hiçbirinden sonuç alamamıştır” şeklindeki beyanı, hakikatle örtüşmemekte ve AKP öncesi dönemde terörle mücadelede kazanılan zaferleri göz ardı etmektedir.
***
PKK’nın sembolik olarak 30 adet silahın bırakıldığı tören, bir halkla ilişkiler ve propaganda faaliyetinden başka bir anlam taşımamaktadır.
Söz konusu silahların “teslim edildiği” ve “imha edildiği” anlara ait görüntüleri görenlerin, öncelikle bazı temel soruların cevaplarını araması elzemdir:
1) Örgütün sahip olduğu silahların tamamını listeleyen detaylı bir envanter çalışması veya raporu mevcut mudur?
2) Türkiye Cumhuriyeti devleti bu envanter ve rapora sahip midir?
3) Silahların tümü Türk devletine mi teslim edilecek, yoksa KCK çatısı altında faaliyet gösteren PKK gibi diğer terör yapılanmalarına, mesela Suriye’nin kuzeyinde ABD ve İsrail tarafından desteklenen PYD/YPG/SDG gibi örgütlere mi devredilecektir?
Bu sorulara net yanıtlar alınmadıkça, konuyla ilgili yapılan tüm yorumlar anlamsız spekülasyonlar olmaktan öteye gidemeyecektir.
***
Erdoğan, “sürecin hukuki zemininin” TBMM’de oluşturulacak bir komisyon tarafından şekillendirileceğini duyurdu. Ayrıca, bu yeni dönemde AKP, MHP ve DEM’in ortak hareket edeceğini ve mevcut “dertlerini” istişare ederek “engelleri” ortadan kaldıracaklarını belirtti.
Fakat, AKP, MHP ve DEM’in bu muğlak “süreci” farklı şekillerde yorumlaması, anayasa değişiklikleri ihtimali de göz önüne alındığında, Türkiye’nin gelecekte nasıl bir yöne evrileceği sorusunu bir muamma olarak bırakmaktadır.
Tüm bu gelişmelerle eş zamanlı olarak, ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın, Ortadoğu’nun mevcut sınırlarını ve Lozan Antlaşması’nı tartışmaya açarak Osmanlı İmparatorluğu’na övgüler dizmesi ve eski AKP milletvekili ve Erdoğan’ın yakın mesai arkadaşlarından Ahmet Hamdi Çamlı’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’teki kuruluşunu “kanlı bir darbe” olarak tanımlaması rastlantı olarak değerlendirilemez.
Benzer şekilde, Erdoğan’ın bir konuşmasında Türkiye’nin temel etnik bileşenleri olarak Türkler ve Kürtlerin yanı sıra yalnızca Arapları zikretmesi, ancak Çerkezler, Abhazlar, Boşnaklar, Arnavutlar ve Lazlar gibi diğer gruplardan hiç bahsetmemesi de tesadüfi değildir. Yurttaşlık temelini geri plana atarak etnik köken ve dinî kimliği öne çıkaran bu yaklaşım, Türkiye’nin bir “Araplaşma” sürecinde olduğunun bir işareti olarak okunabilir.
Sonuç olarak, “terörsüz Türkiye” vadettiğini öne süren iktidarın, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan CHP’yi bertaraf etme çabasıyla, “hukuksuz bir Türkiye” inşa etme girişimi, daha geniş bir stratejinin parçası olarak görülmelidir.
Türkiye’de Terörle Mücadele Paradoksu ve Hukukun Geleceği
