Erdoğan’ın Yeni İttifakı: Cumhuriyet’le Tarihi Bir Hesaplaşma mı?

Erdoğan’ın Yeni İttifakı: Genişletilmiş Cumhur İttifakı Duyurusu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, merakla beklenen kritik açıklamasını yaparak Türk siyasetinde yeni bir dönemin kapısını araladı. Erdoğan’ın, “AK Parti, MHP ve DEM; biz, en azından üçlü olarak bu yola beraber yürümeye karar verdik” sözleri, basit bir siyasi mesajın ötesinde, yeni bir mutabakatın ilanı niteliğindeydi.

Bu açıklama, bir tür “Genişletilmiş Cumhur İttifakı” duyurusu olarak yorumlandı. DEM Parti her ne kadar bunun yalnızca bir “süreç ittifakı” olduğunu belirtse de Ankara kulislerinde bu sürecin Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı için kurgulandığı konuşuluyor. Erdoğan’ın “Ben bir daha aday değilim” demediği sürece, bu ittifakın geleceği belirsizliğini koruyor.

Hafızasızlaştırma ve Kimliksizleştirme Süreci

Cumhurbaşkanı’nın konuşmasıyla başlayan bu yeni dönem, yalnızca bir ittifak değil, aynı zamanda bir hafızasızlaştırma, kimliksizleştirme ve en önemlisi Cumhuriyetle sistematik bir hesaplaşma sürecinin yeni bir evresini temsil ediyor. Tıpkı Osmanlı’nın bir günde dağılmadığı gibi, bu tür dönüşümler de zamanla gerçekleşir.

Dünün Düşmanları, Bugünün Müttefikleri

Geçmişe baktığımızda benzer tablolarla karşılaşıyoruz. Yıllarca halka “FETÖ ile mücadele ediyoruz” diyen kadrolar, öncesinde bu yapıyı devlet içinde büyüten ve ona karşı çıkanları tasfiye edenlerin ta kendisiydi. O dönemde “Bu yapı Cumhuriyet düşmanı” diyenler, “Sen hocaefendiye nasıl laf edersin?” denilerek hedef gösterildi ve dinsiz ilan edildi. Sonuç olarak, birçok aydın ve gazeteci kumpas davalarında yargılandı.

Sonrasında ise “Yetmez ama evet”çi kesim öne sürülerek halk bu duruma alıştırılmaya çalışıldı. Ancak bir gecede “hocaefendi”, “FETÖ’nün sümüklüsü” haline geldi. Söylem değiştiğinde, zihinler de hızla uyum sağladı. Benzer bir durum PKK ve elebaşları için de yaşandı. Yıllarca “bebek katili” ve “kanlı terör örgütü” olarak anılan yapı ve onunla ilişkilendirilen DEM Parti, bugün iktidarın “kol kola yürüdüğü” bir müttefik haline geldi.

Liberal Tayfa Yine Sahnede

Bu noktada sormak gerekiyor: Dün bu ülkenin cumhuriyetçi insanları, FETÖ ve PKK ile mücadele ettikleri için yargılanırken, bugün o mücadeleyi yok sayan bir düzen nasıl inşa ediliyor? İktidar, kendi söylemlerini halkın da benimsemesini bekliyor. Halk, yeni “Yetmez ama evetçi” tayfanın “barışın nesi kötü” veya “ne var Türkiye İmparatorluğu olsa” gibi söylemleriyle yeniden kodlanmaya çalışılıyor. 2010 referandumunda FETÖ ile yapılan işbirliğinin bir benzeri, yeni anayasa değişikliği için PKK ile yapılmak isteniyor.

Cumhuriyetle Sistematik Hesaplaşma

Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) bu konudaki uyarısı oldukça önemlidir:

“Barış, her zaman barış demek değildir.”

Çatışmasızlık, genellikle yeni bir tahakküm biçimi kurmak için tasarlanmış geçici bir sessizliktir. Bugün ilan edilen “barış”, ne adil bir uzlaşmayı ne de gerçek bir demokratikleşmeyi hedefliyor. Bu, Cumhuriyetle, laiklikle ve halk egemenliğiyle hesaplaşmayı amaçlayan tarihsel bir mutabakattır.

Dış Politika ve Sermaye Anlaşması

Bu mutabakatın temelinde sermayenin çıkarları, NATO’nun güvenlik doktrini, tarikatların himayesi ve yeni Osmanlıcı hayaller yatıyor. Genişletilmiş Cumhur İttifakı, sadece bir iç politika uzlaşısı değil, aynı zamanda bir dış politika pazar anlaşmasıdır. Ortadoğu’da ABD, İngiltere, Fransa, İsrail ve işbirlikçi Arap rejimleri bölgeyi yeniden dizayn ederken, Türkiye bu projeye yeni Osmanlıcı bir aparat olarak dahil edilmektedir.

Yeni Anayasanın Halk İçin Anlamı Ne?

Bu mutabakatla getirilmesi planlanan anayasa değişikliğinde halk için ne var? Topraksız köylüye toprak, evi olmayana ev, gençlere gelecek, kadınlara ve çocuklara daha yaşanabilir bir Türkiye yok. Peki ne var? Sermaye var, kâr var, savaş var, kan var. Bu yeni mutabakatın merkezindeki asıl hedef, 1923 ile hesaplaşmaktır. Lozan’dan, laik eğitimden, kadın haklarından ve kamusal zenginliklerden kurtulmak istiyorlar.

“Barış” Adı Altında Bir Tasfiye Oyunu

Son dönemde artan “Ya Kemalistler ölecek ya biz öleceğiz”, “Laiklik kaldırılsın” ve “Halifelik istiyoruz” gibi sloganlar bu sürecin tesadüf olmadığını gösteriyor. Terörün bitmesi herkesin ortak arzusudur. Ancak 40 bin şehit vermiş bir millete, aynı senaryolar şeffaflık olmadan yeniden sunulamaz.

PKK’nin Tekrarlayan Senaryoları

PKK; 1993, 1999, 2009, 2013 ve şimdi de 2025’te hep aynı vaatle ortaya çıktı: “Silah bırakıyoruz.” Her seferinde bu, uluslararası baskılar veya iç siyasi mühendislikler için bir zemin hazırlama aracı oldu. Bugün de tablo farklı değil. Arka planda Öcalan’a tecridin kaldırılması, yasal statü ve anayasal güvence gibi konular konuşuluyor. Bu, çatışmasızlıktan çok bir meşrulaşma çabasıdır.

Çözüm: Halkın Tarafında Net Bir Duruş

Bugün yapılması gereken, holdinglerin ve tarikatların değil; asgari ücretlilerin, işçilerin ve kira altında ezilen halkın tarafında net bir tutum almaktır. “Barış” adı altında sahnelenen bu büyük tasfiye oyununa karşı, Türkiye’nin cumhuriyetçi birikimini yeniden ayağa kaldırmak gerekiyor. Çözüm; kamusal yatırımların arttığı, halkın kaliteli barınma, iyi eğitim ve kapsamlı sağlık gibi sosyal haklara kavuştuğu bir ülke yaratmaktır. Bunlar başarıldığında ne PKK kalır ne de Kürt sorunu. Mesele sadece bir süreç meselesi değil; bunu anlamazsak, hep birlikte suskun bir çöküşün seyircisi oluruz.