Memet Baydur’un Edebi Mirası: Şiirleri ve Oyunlarıyla Zamana Meydan Okuyan Yazar

Memet Baydur’un Zamana Meydan Okuyan Edebi Mirası

Vefatının üzerinden yirmi yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, usta yazar Memet Baydur‘un eserleri aracılığıyla bizlere söyleyecekleri bitmiyor. Yakın zamanda, daha önce gün yüzüne çıkmamış şiirleri Ahmet Turgay Tüfekçi tarafından derlenerek Sözcükler Dergisi yayını olarak okurlarla buluştu. Baydur, farklı dönemlerde kaleme aldığı bu şiirlerde doğaya ve insana dair özgün ve derinlikli bir bakış açısı sunuyor. Bu yeni ‘Şiirler’ kitabı, yazarın deneme tadındaki yazılarını, 26 unutulmaz oyununu ve Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazılarını yeniden hatırlatıyor ve yeni nesil okurlar için zengin bir keşif alanı yaratıyor.

Hüznü Gülmeceyle Damıtmak: Baydur’un Şiir ve Tiyatro Dünyası

Memet Baydur’un sanatı, trajediyi gündelik yaşamın bir parçası olarak ele alırken hüznü incelikli bir gülmeceyle harmanlar. ‘Şiirler’ kitabından alınan şu çarpıcı örnek, onun bu yeteneğini gözler önüne seriyor:

‘köyüne gidecek ya/ adresi bilmiyor/ biletini bilgisayarda kesecek uskumru suratlı kızın önünde/ ağlamaya başlıyor./ derken/ kız da ağlamaya başlıyor onunla beraber/ sıradaki kahverengi ceketli bıyıklı adam/ onun arkasındaki romeo kolonyalı şişman kadın/ yanındaki liseli çocuk/ hepsi ağlamaya başlıyor/ gözyaşına boğuluyor otobüs terminali/ kapının önündeki simitçi/ çapaklı taksi şöförü/ çengelli iğne satan küçük çingene/ herkes ağlıyor / bir gözyaşı karnavalı/ kargaları etkiliyor şehir vapurlarını/ elektrikler kesiliyor sular yükseliyor./ bir sarsıntı gibi kucaklaşıyor herkes/ adam köyüne gidecek ama adresi bilmiyor/ orada/ uskumru suratlı kızın önünde// ağlıyor/ aklında bir ağaç/ bir de Zeynep.’ (s. 11)

Yazarın tiyatro metinlerinde de benzer bir derinlik bulunur. ‘Yangın Yerinde Orkideler’ oyununda, var olmakla yok olmak arasında sıkışmış bir aydının bunalımı, dramatik gerilimden arındırılmış bir dille sahneye taşınır:

Adam: Ben de (Sessizlik) Hiçbir şey bilmiyorum. (Yerdeki tabancanın önünde durur) Bundan da kurtuluş yok galiba. Nereye adım atarsam atayım, gelip buluyor beni… (Tabancayı alır.) (…) Bütün merakımı yitirdim.
Neriman: Meraksız insan olur mu?
Adam: (Gülümser) Olmaz. Olmaması gerekir. Üstelik böylesine bir bıkkınlığı taşıyarak yaşamak da hayattan başka her şeye benziyor.
Nuri: Sen kendine zorla sıkıntı yaratıyorsun abicim… Hiçbir şeyin yok aslında senin…
Adam: Doğru… Hiçbir şeyim yok… (Tabancayı kaldırır ve yüreğinin üstüne dayayıp ateş eder, düşer ve ölür.)
(Nuri ve Neriman aynı anda boğuk ve yüksek çığlık atarlar. Jazz müziği artar.)
Neriman: Zavalı… Alışmaya başlamıştım ona…
Nuri: Ben… Hiçbir şey anlamadım bu işten…
(Tiyatro Oyunları, İletişim, 2009, s. 268)

Eleştiri ve Güzelleme Sanatı: Baydur’un Keskin Kalemi

Baydur, deneme yazılarında sıradanlığa karşı eleştirel tavrını gizlemezken, değerli bulduğu sanatçıları övmekten de geri durmazdı. Televizyon kültürüne yönelik sert eleştirisi bunun en net örneklerindendir:

‘Hemen hiç sevmiyorum televizyonu. Boş zamanımın neredeyse tamamı televizyon önünde geçiyor ama ‘televizyon’ seyretmiyorum. (…) Bu denli önemli, değerli bir icadın, ülkemizde böylesine kötü kullanıldığını görmek üzüyor beni. Televizyon, bilinçli, iyi kullanılsa bu toplumu iyiye doğru tepetaklak etmek mümkün olurdu. İyi televizyon iyi tiyatroyu, iyi sinemayı besler, destekler, mümkün kılar. Bizde hiç böyle olmadı. Tam tersi oldu. Televizyon bayağılaştıkça bayağılaştı.’ (‘Sessiz Güvercinler Ülkesinde’, İletişim, 2006, s. 272-273)

Öte yandan, Müşfik Kenter gibi usta bir sanatçıya olan hayranlığını dile getirirken adeta bir güzelleme ustasına dönüşür:

‘Onu (Müşfik Kenter’i) yıllarca hiç dinmeyen bir hayranlıkla seyrettim sahnede. Tarifi olmayan bir albenisi vardır Müşfik Kenter’in. Sahnede eşi benzeri olmayan, görmeyene zor anlatılır bir ışık. (…) Nasıl derler, telefon rehberini okusa, müşkülpesent tiyatro seyircisi ayakta alkışlar Müşfik Kenter’i.’ (‘Sessiz Güvercinler Ülkesinde’, İletişim 2006, s. 290-291)

Yazıyı, Baydur’un ‘Şiirler’ kitabındaki o dokunaklı dizeyle bitirelim: ‘…elli yıl yaşadın, şuna yarım yüzyıl deme, ciddi bir şey gibi duruyor…’ (s.12). Memet Baydur‘u henüz 50 yaşındayken kaybetmiştik. Ancak ardında, yaşadığı döneme yetişememiş kuşaklara dahi ilham veren, ‘ciddi’ bir yazma eyleminin ürünlerini bıraktı.