Uluslararası Hukuk ve Güç Dengesi: Adalet Neden Güçlüden Yana İşliyor?

Tarihsel Süreçte Savaş ve Hukukun Evrimi

Tarih boyunca toplumlar arasındaki anlaşmazlıklar sıklıkla savaşla sonuçlanmıştır. Askeri ve teknolojik gücü elinde bulunduran taraf, kendi iradesini ve çıkarlarını diğerlerine kabul ettirme konusunda daima avantajlı olmuştur. Savaşlar, yalnızca devletlerin değil, milyonlarca bireyin de kaderini çizmiş; ölümlere, kitlesel göçlere ve toplumsal yıkımlara neden olmuştur. Özellikle Sanayi Devrimi sonrası artan şehirleşme ve yoğunlaşan insan etkileşimi, savaşın yıkıcı etkilerini daha da gözler önüne sermiş ve bu durum küresel bir vicdani sorgulamayı beraberinde getirmiştir.

19. yüzyılın sonlarına doğru, savaşların neden olduğu trajedileri sınırlamak amacıyla ilk adımlar atılmaya başlandı. 1899 ve 1907 Lahey Konferansları ile modern savaş hukukunun temelleri atıldı. Bu konferanslarda, savaş esirlerine insani muamele, sivil halkın korunması, kimyasal silahların yasaklanması ve sivil yerleşim yerlerinin hedef alınmaması gibi temel ilkeler kabul edildi. Eş zamanlı olarak, devletler arası anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümü için Lahey’de Milletlerarası Daimi Hakem Mahkemesi kuruldu.

Birinci Dünya Savaşı Sonrası Barış Arayışları

Milletler Cemiyeti’nin Kuruluşu ve Yetersizliği

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, galip devletlerin öncülüğünde Milletler Cemiyeti hayata geçirildi. Cemiyetin birincil hedefi, uluslararası barışı korumak ve yeni bir küresel çatışmayı önlemekti. Sözleşmeye göre üye devletler, savaşa başvurmadan önce anlaşmazlıklarını mahkeme, hakem veya Cemiyet Meclisi’ne taşımakla yükümlüydü. Ancak bu yapı, büyük oranda İngiltere ve Fransa gibi devletlerin kontrolündeydi. Almanya’ya dayatılan ağır Versay Antlaşması; toprak kayıpları, ordunun terhisi ve yüksek savaş tazminatları gibi maddelerle Almanya’yı hem siyasi hem de ekonomik olarak çökertti. Bu durum, İkinci Dünya Savaşı’na zemin hazırlayan en önemli faktörlerden biri oldu. 1921’de kurulan Milletlerarası Daimi Adalet Divanı ve 1928 tarihli Briand–Kellogg Paktı gibi girişimlere rağmen, Milletler Cemiyeti ikinci büyük savaşı engelleyemedi.

Birleşmiş Milletler ve Yeni Dünya Düzeni

İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte, savaş suçlularını yargılamak üzere Nürnberg Mahkemesi kuruldu. Burada Alman liderler, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları nedeniyle yargılandı. Bu süreç, uluslararası ceza hukukunun gelişiminde bir dönüm noktası oldu. Aynı dönemde, küresel barışı ve güvenliği sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) Teşkilatı kuruldu. Güvenlik Konseyi’ni oluşturan beş daimi üye şunlardı:

  • Amerika Birleşik Devletleri (ABD)
  • Rusya
  • Çin
  • İngiltere
  • Fransa

BM şartına göre savaş, yalnızca haksız bir saldırıya karşı meşru müdafaa hakkı çerçevesinde ve Güvenlik Konseyi kararıyla mümkün olabilirdi. 1945 sonrası imzalanan Cenevre Sözleşmeleri ile sivillerin ve esirlerin hakları güvence altına alınırken, 1948’de Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme kabul edildi. Ancak Soğuk Savaş dönemindeki kutuplaşma, Güvenlik Konseyi’nin etkinliğini büyük ölçüde kısıtladı.

Modern Dönemde Uluslararası Hukukun Sınavı

1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi, Kuveyt’in talebiyle askeri müdahaleye izin verdi ve Irak güçleri geri püskürtüldü. Fakat 2003 yılında ABD, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiasıyla BM’ye başvurduğunda Konsey, kanıtları yetersiz bularak talebi reddetti. Bu karara rağmen ABD ve İngiltere, ‘önleyici meşru müdafaa’ doktrinini gerekçe göstererek Irak’ı işgal etti. Savaş Saddam rejimini devirse de milyonlarca insanın hayatına mal oldu.

Uluslararası Mahkemeler ve Veto Engeli

1990’larda eski Yugoslavya ve Ruanda’da yaşanan soykırımların ardından Güvenlik Konseyi kararıyla geçici ceza mahkemeleri kuruldu ve sorumlular yargılandı. Bu deneyimlerin ışığında, 2002 yılında daimi bir Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Lahey’de faaliyete geçti. Ancak güçlü devletlerin etkisi, hukukun işleyişini zorlaştırmaya devam etti. 2014’te Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve 2022’de Ukrayna’ya askeri müdahalede bulunması sonrası Güvenlik Konseyi, Rusya’nın veto hakkı nedeniyle etkili bir karar alamadı.

Benzer bir durum, 7 Ekim 2023‘te Hamas’ın saldırısıyla başlayan İsrail-Gazze çatışmasında yaşandı. İsrail’in orantısız güç kullanımına karşı sunulan karar tasarıları, ABD’nin vetosu nedeniyle Konsey’den geçemedi. Güney Afrika’nın şikayeti üzerine UCM, İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama kararı çıkarsa da Almanya gibi bazı ülkeler bu kararı tanımayacaklarını açıkladı.

Sonuç: Güç, Hukuk ve Teknoloji

Uluslararası hukuk, pratikte genellikle güç dengelerine göre şekillenmektedir. Güçlü devletler, çıkarlarına aykırı mahkeme kararlarını veya Güvenlik Konseyi tasarılarını etkisiz kılabilmektedir. Kararların uygulanabilirliği, hukuki meşruiyetten çok siyasi tercihlere ve askeri güce bağlı kalmaktadır.

Bir devletin uluslararası sistemdeki etkinliği, yalnızca diplomatik gücüne değil, aynı zamanda teknoloji üretme kapasitesine de bağlıdır. Teknoloji üreten toplumlar; özgür, analitik düşünen, sorgulayan ve eleştiriye açık bireylerden oluşur. Bu nitelikler, bir toplumu hem daha güçlü kılar hem de uluslararası alanda söz sahibi yapar. Dogmatik ve sorgulamayan kültürler ise teknoloji üretiminde geri kalarak, eninde sonunda güçlülerin hukukuna tabi olmak zorunda kalırlar.

Prof. Dr. Doğan Soyaslan