Prof. Dr. Ahmet Özer’in Hukuki Süreci ve Siyasi Yankıları
Esenyurt’ta seçmenlerin yarısının oyunu alarak belediye başkanı seçilen Prof. Dr. Ahmet Özer, dokuz aydır devam eden tutukluluğunun ardından terör örgütü üyeliği suçlamasından tahliye edildi. Ancak, itirafçı ve iftiracıların ifadeleriyle oluşturulduğu iddia edilen “yolsuzluk” suçlaması nedeniyle tutukluluğu bir süre daha devam edecek. Bu operasyonun, Ekrem İmamoğlu‘nun tutukluluğuna uzanan sürecin başlangıcı olduğu vurgulanıyor.
Prof. Dr. Özer’in kimliği üzerinde durulması gereken önemli noktalar bulunuyor. Kendisi her şeyden önce bir bilim insanıdır ve yerel yönetimler başta olmak üzere çeşitli konularda 30’dan fazla esere imza atmıştır. Ayrıca, 2010’lu yıllarda iktidarın yürüttüğü barış açılımlarında danışman olarak görev almıştır. Bu gerçeklere rağmen, iktidar ve medya organları, Özer’in kira gelirlerinden terör örgütüne finansman sağladığı ve telefon görüşmeleriyle örgüte talimat verdiği gibi iddialar ortaya atmıştır. Görünen o ki, Prof. Özer’in tek “suçu” seçimi kazanmaktı.
Siyasi Operasyonlarda ‘İtirafçılık’ Kurumunun Rolü
Prof. Özer’in terör suçlamasından serbest bırakılmasının, AKP-MHP-DEM tarafından başlatılan “terörsüz Türkiye” açılımındaki gelişmelerle aynı döneme denk gelmesi dikkat çekicidir. Bu durum, operasyonların başından sonuna kadar siyasi bir saldırı niteliği taşıdığını ve ahlaki olmayan bir süreç olduğunu düşündürmektedir. İlk operasyon dalgalarında kamuoyunu ikna edecek yeterli delil bulunamayınca, “itirafçılık” mekanizması devreye sokulmuştur.
Tarihsel Bir Benzerlik: 12 Eylül Dönemi ve Günümüz
Prof. Kuçuradi’nin “etik dışı bir kurum” olarak nitelediği itirafçılık, 12 Eylül 1980 darbesi döneminde de sıkça başvurulan bir yöntemdi. O dönemde işkence altında alınan ifadeler o kadar yaygındı ki, sanıklar mahkemede savunmalarına genellikle şu sözlerle başlardı:
“Daha önce verdiğim tüm ifadeleri reddediyorum!”
12 Eylül’ün darbe koşullarında dahi hukuka saygılı hâkim ve savcılar, sanıkların bu beyanlarını dikkate almıştır. Parlamentonun yeniden açılmasıyla birlikte tüm partilerin ortak vaatlerinden biri de “İşkenceye son vereceğiz!” olmuştur.
Modern Yargı Anlayışı ve İtirafçılığın Yeri
Ergenekon kumpaslarından günümüzdeki CHP’li belediyelere yönelik operasyonlara kadar olan süreçte klasik işkence yöntemleri yerini farklı bir anlayışa bırakmıştır. Bugünkü yaklaşım, “Bu suçu sen işledin, iddianameyi böyle hazırlıyoruz. Eğer işlemediysen, bunu mahkemede ispat edersin!” şeklindedir. Peki, suçlamayı destekleyecek yeterli kanıt olmadığında ne yapılmaktadır? İşte bu noktada “itirafçılık” devreye girmektedir. Herkesin bilmesinde sakınca görülen bir gerçeği açıklama anlamına gelen itiraf, artık adeta yargısal bir kuruma dönüşmüştür.
İktidarın Sorumluluğu ve Vicdani Muhasebe
İktidar, 15 Temmuz 2016 sonrası “FETÖ bizi kandırdı, Allah bizi affetsin!” diyerek kendini aklamaya çalışmıştı. Görünen o ki, yakın gelecekte benzer bir savunma için zemin hazırlanıyor:
“İtirafçılar bizi kandırdı, Allah bizi affetsin!”
Ancak şu sorular önemini korumaktadır: Dün FETÖ’ye her istediğini veren kimdi? Bugün itirafçılığı bir kurum haline getiren kim? İnsanların onuru ve özgürlüğü ile bu kadar kolay oynanabilir mi? Sayıları 40’ı aşan itirafçıların nasıl “ikna edildiği” ise hala tam olarak aydınlatılmamış bir konudur. Görünen o ki, itirafçıların önemli bir kısmı iş insanlarından oluşuyor. İhale almış, para kazanmış bu kişilerin önüne, “Ya mal varlığın ve özgürlüğün ya da vereceğin yeni bir ifade!” gibi bir seçenek sunulmuş olabilir. Bu yöntemin iddianamelerin temelini oluşturduğu bir ortamda hukuktan bahsetmek mümkün müdür? Atalarımızın dediği gibi, “Mal canın yongasıdır”. Bu söze şunu da eklemek yerinde olacaktır: “Mal vicdanın imtihanıdır!”