Uluslararası Siyasetin Gölgesinde Kürt Sorunu
Türkiye’nin siyasi tarihinde yaklaşık 40 yıldır merkezi bir yer tutan “Kürt sorunu”, Suriye’deki gelişmelerle birlikte ulusal sınırlarını aşarak emperyalist güçlerin etki alanına girmiştir. Türkiye’nin bu sorunu çözmede gecikmesi ve Suriye iç savaşına müdahil olması, ABD’den gelen silah yüklü TIR’ların bölgedeki dengeleri değiştirmesine yol açmıştır.
Günümüzde bu sorunun çözümüne yönelik adımları, ABD/İsrail ekseninin yeni Ortadoğu politikalarının bir uzantısı olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu ortaklığın Suriye için tasarladığı “gelecek modeli”, Türkiye’nin bu köklü sorununun çözüm süreciyle doğrudan ilişkilidir.
Öcalan ve PKK Üzerinden Gelişen Yeni Süreç
Tüm dikkatler Suriye’deyken, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın TBMM’ye “davet” edilmesi ve “kurucu önder” olarak anılması gibi şaşırtıcı gelişmeler yaşandı. Bu durumun şaşkınlığı, hem davetin sahibinden hem de Öcalan’ın takdirle karşılanan mesajlarından kaynaklanıyordu. Mesajın önceden “hazır” olması, her şeyin önceden planlandığına işaret ediyordu. Anlaşılan o ki, ABD/İsrail’in Suriye modeli, Türkiye’nin de “yeni bakış açıları” geliştirmesini zorunlu kılıyordu. Nitekim kısa bir süre sonra, hangi sicile kaydedildiği belirsiz olan “PKK lağvı” gerçekleşti ve silahların sembolik teslimi aşamasına gelindi.
Adlandırma Siyasetleri: Sorunun Tanımı Çözümü Nasıl Etkiler?
Bu süreçte karşılaşılan temel sorulardan biri, sorunun nasıl adlandırılacağıdır. Siyaset bilimi, “adlandırma siyasetleri” kavramıyla, bir toplumsal soruna verilen ismin, çözüm yöntemini de belirlediğini ortaya koyar. Bu sorunun onlarca boyutundan birini analiz ederken siyaset biliminden yararlanmak, geleceği doğru okumak adına temennilerin ötesinde bir önem taşır.
Farklı Adlandırmalar, Farklı Çözümler
Yıllar boyunca bu soruna farklı isimler verdik. Bu tercihler, çözüm önerilerimizi de şekillendirdi:
- Kürt Sorunu: Bu adlandırma, çözümün siyasal çerçevede ve “demokratikleşme” ile mümkün olacağını ima eder.
- Güneydoğu Sorunu: Sorunu bu şekilde tanımlamak, ekonomik temelli çözümlerin önceliklendirildiğini gösterir.
- Terör Sorunu: Bu yaklaşım ise çözümün “güvenlik” odaklı politikalarla sağlanacağını düşündürür.
“Terörsüz Türkiye” Projesi ve Demokrasinin Geleceği
Mevcut süreçte en yetkili ağızlardan “Bu ülkede Kürt sorunu yoktur” denildikten sonra, nihayetinde “terörsüz Türkiye” şeklinde bir adlandırma tercih edilmiştir. Bu tercih, projenin başarılı olması durumunda bile, çözümün tamamen “güvenlikçi siyasetlerin” bir uzantısı olarak şekilleneceğini göstermektedir. Bu durumun aksi yorumu ise şudur: Çözüm, demokratikleşme yoluyla gelmeyecektir.
Bu tespiti güçlendiren en önemli kanıt, tüm bu görüşme trafiğine rağmen “kayyum siyasetinin” aynı dönemde ısrarla ve genişletilerek sürdürülmesidir. Bu durum, önceki sürecin “hendek savaşları” ile sonlanmasından alınan dersle, gerçek bir bahar gelene kadar mevcut uygulamaların devam edeceği mesajını vermektedir.
Süreç Başarılı Olsa Bile Bahar Gelecek mi?
Bu sürecin tırnak içinde “başarısı”nın siyasi tarih ve uluslararası hukuk açısından doğuracağı sonuçlar dikkatle hesaplanmalıdır. Ancak vurgulamak gerekir ki, bu “başarı” bile ülkeye gerçek anlamda bir demokratikleşme getirmeyecektir. Yargının bağımsız ve tarafsız olduğu, AİHM kararlarının uygulandığı, ifade özgürlüğünün korkusuzca kullanıldığı bir Türkiye’ye bu yolla kavuşulamaz. Erkler birliği, erkler ayrılığına dönüşmeyecektir.
“Destek” evet… Ama “Türkiye bu sorunu ne pahasına olursa olsun çözmelidir”e hayır… Türkiye bu sorunu “pahasını düşünerek” çözmelidir.
Ulus devlet, anayasanın temel maddeleri ve uluslararası hukuk bağlamında gelecekte dayatılabilecek formüller göz ardı edilmemelidir. Bu sorunun çözümü, sadece bugünü değil, yarınları da şekillendirecektir. Bu nedenle özel bir öngörü gerekmektedir. Irak ve Suriye’de yaşananlara tanıklık etmiş bir bireyin, ülkesinin geleceği için duyduğu kaygı derindir.
Sürecin kimler tarafından, nerede ve nasıl şekillendirildiğine dair belirsizlikler, şeffaflık yerine gizemle yönetilen bir sürecin toplumsal mutabakat yerine yalnızca kuşkuları ve kaygıları beslediğini göstermektedir.
Eski İstanbul Barosu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu