Sana Göre Haber

Güvenden İhanete: Bir Milletin Sadakat ve Direniş Öyküsü

İhanetin Anatomisi: Güvenin Yıkılışı

İhanet, en derin yaraları açan bir hançer darbesi gibidir; genellikle en güvendiğimiz ellerden gelir. Bir dostun gülümsemesine gizlenmiş bir zehir veya bir kardeşin omzuna indirdiği bir bıçak misalidir. Sadakatle inşa edilmiş güven duvarlarının en beklenmedik anda, en zayıf noktasından çökmesidir. İhanetin asıl acısı, uzaktan gelen bir elin değil, yakından gelen bir niyetin kanatmasıdır, çünkü ihanetin temelinde güvenin sarsılması yatar.

İnsan, yeryüzünün halifesi olarak yaratılmış ve inancıyla Yaradan’a bağlanmış bir varlıktır. Ancak kalbiyle yücelere ulaşabilen bu varlık, ne yazık ki bazen kendi elleriyle kendi çukurunu kazar. Kutsal metinlerde de belirtildiği gibi, “aşağıların en aşağısına düşen” de yine insandır. Zira her düşüşün arkasında bilinçli bir tercihin gölgesi bulunur.

Hırs, Doyumsuzluk ve Ruhsal Çöküş

Kanaatin getirdiği iç huzurdan uzaklaşarak ihtirasın çığlıklarına kulak veren insan, sükunetini kaybeder. Doyumsuzluk, ruhun savunmasız ve çıplak kalması demektir. İnsan, sahip olduklarıyla değil, göz diktikleriyle sınanır. Ne acıdır ki, elimizdekileri kaybetmemize neden olan şey, sahip olduklarımız değil, göz diktiklerimizdir. Bu yolda mülkün sahibi olma hırsı, Mülkün Gerçek Sahibi’ne kul olma onurunu unutturur ve insanı mülkün esiri haline getirir.

İhanet, basit bir eylemden çok daha fazlasıdır; bir aklın, bir kalbin ve bir ruhun topyekûn çürümesi ve iflasıdır. İnsan, daha fazlasını arzuladığı için gönderildiği bu dünya imtihanında ders almak yerine, hırsını körükleyerek konumunu daha da aşağılara çeker.

Lüks Tutkusu ve İsrafın Tehlikesi

Lüks tutkusu temel ihtiyaçların önüne geçtiğinde, insan sadeliğin sunduğu zarafeti ve erdemi unutur. İsraf, yalnızca maddi bir servetin değil, aynı zamanda manevi bir ruhun da tükenişine işaret eder. Bu tükenişin en trajik boyutu ise dünyevi hırsların, uhrevi ve yüce hedeflerin önüne geçmesidir.

Söylem ve Eylem Arasındaki Uçurum

Söylenen sözlerle yapılan eylemler arasındaki derin uçurum, insanı ikiyüzlülüğün karanlık dehlizlerine sürükler. Bu öyle bir tüneldir ki, içinde ne bir vicdan ışığı ne de bir inanç kandili yanar. Bu zifiri karanlıkta ne bir pusula işe yarar ne de bir yol gösterici kalır. Her şeyin bilindiği fakat hiçbir şeyin hayata geçirilmediği günümüzde, sadakat yalnızca dillerde kalan boş bir kelimeye dönüşür.

Çözümü basit ancak uygulaması zor bir denklemle karşı karşıyayız: İnanç, ahlak ve sadakat birlikteliği, insanlığı ayakta tutan temel direktir. Bu denklemin herhangi bir parçasını çıkardığınızda, geriye yalnızca dış görünüşü kalmış, içi boşalmış bir suret kalır.

“Tohum saç, bitmezse toprak utansın.”

<

— Necip Fazıl

Ancak ya saçılan şey tohum bile değilse? İnanç, kişilere değil, ilkelere, değerlere ve en önemlisi ilahi kudrete bağlanmayı gerektirir. Çünkü şahısların niyetleri ve yolları değişebilir, fakat evrensel ilkeler ebedidir.

Ulusal İhanetin En Karanlık Yüzü

Varlıkla şımaran, yokluk anında kişiliğini de yitirir. Nimetin değerini bilmeyen, bedelini o nimetin yok oluşuyla öder. Her nimet bir hesapla gelir ve sadakatle korunmazsa, en büyük ihanete dönüşebilir. Bu ihanet, insanı üç temel tuzağın içine hapseder: Aşağılık kompleksi, doyumsuzluk ve körleşme.

Bu körlük öyle bir noktaya varır ki, insan kendi meclisini bombalar, kendi milletine kurşun sıkmaktan çekinmez. Bu alçaklığın kaynağı sadece tetiği çeken parmakta değil, suskun kalan vicdanlardadır. En acısı ise bu büyük ihaneti hoşgörü ve merhamet maskesiyle örtme çabasıdır. Oysa gerçek merhamet, yeri geldiğinde zalimin karşısında dimdik durabilmektir.

Bir Milletin Direnişi ve Yeniden Doğuşu

İnsan her şeyi istemeye başladığında, elindeki her şeyi kaybetmeye mahkûm olur. Bu durum, adeta iç organlara sızan bir virüs gibi, bir milletin kalbine yerleşir. Fakat unuttukları bir gerçek vardır: Bu aziz millet, tarih boyunca sayısız ihanetin üstesinden gelmiş ve her defasında “bir ölür, bin diriliriz” diyerek yeniden ayağa kalkmayı başarmıştır.

Çünkü bu milletin genlerinde Hira’nın sabrı, Bedir’in azmi ve Çanakkale’nin destansı ruhu vardır. Devlet, yalnızca binalardan oluşan bir yapı değil; bir ruh, bir şuur ve kutsal bir emanettir. Bu yüzden devlet, ihaneti asla unutmaz ve unutturmaz. Çünkü ihaneti affetmek, sadakate yapılmış en büyük ihanettir.

15 Temmuz Destanı ve Milli Birlik

15 Temmuz gecesi, bu millet tarihe yeni bir destan daha yazdı. Tanklara karşı bedenini, kurşunlara karşı yüreğini siper etti. Gökyüzü ezanlar ve selalarla yankılanırken, yeryüzü milletin sarsılmaz direnişiyle titredi. O gece bir kez daha anlaşıldı ki, toprağın bağrında sıradağlar gibi duran bu millet, tarih boyunca hiçbir ihanetin önünde diz çökmemiştir.

O karanlık geceyi aydınlığa kavuşturan aziz şehitlerimizi rahmetle, kahraman gazilerimizi minnetle anıyor, 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günümüzü kutluyorum. Rabbim, bu millete bir daha böylesi acılar yaşatmasın ve hainlere fırsat vermesin!

Exit mobile version