Türkiye’de Hukuk ve Süreç İkilemi
Türkiye’de bir yanda “süreç bayramı” yaşanırken, diğer yanda “hukuk ve özgürlük bayramı”nın eksikliği hissediliyor. Bu durum, ne çözüm sürecine ne de bu süreci yürütenlere karşı bir güvensizlik ortamı yaratıyor.
Tarihin tekerrürden ibaret olduğu söylenir; ilki trajedi, ikincisi komedi olarak. İmralı’daki görüşme notlarının sızdırılması üzerine DEM Parti‘den gelen yalanlama, metnin tahrif edildiğini öne sürdü. Ancak 28 sayfalık notlar incelendiğinde, tahrif edilmiş olsalar dahi bir gerçek açıkça görülüyor: İmralı’da Abdullah Öcalan‘ın, PKK yöneticileriyle hem yüz yüze hem de uzaktan bağlantıyla temas kurmasına izin verilmiş.
Adaletin Göz Ardı Ettiği Bir Dilekçe: Ramazan Gülten
Tam da bu gelişmeler yaşanırken, Silivri’den Adalet Bakanlığı’na gönderilen bir dilekçe gündemdeydi. Bu dilekçenin sahibi, hakkında rüşvet aldığına dair tek bir somut delil olmamasına rağmen 26 Nisan‘dan beri tutuklu bulunan İBB İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanı Ramazan Gülten‘di.
Gülten’in durumu, doğmak üzere olan çocuğuyla daha da trajik bir hal alıyor. 6 Ağustos‘ta doğması beklenen ve adı Maya olacak kız bebeği için doktorlar “riskli gebelik” raporu vermiş durumda. Bu rapora dayanarak Ramazan Gülten, cezaevi idaresine iki, savcılığa ise bir kez doğum izni talebinde bulundu ancak tüm talepleri reddedildi. Son çare olarak Adalet Bakanlığı’na başvurdu.
Öcalan-Haberal Paketi ve Çifte Standart
Gülten’in talebinin yasal dayanağı, 2012 yılında kamuoyunda “Haberal düzenlemesi” olarak bilinen yönetmelikti. Ergenekon davasında tutuklu olan Mehmet Haberal‘ın, ölüm döşeğindeki annesini ziyaret edebilmesi için oluşan kamuoyu baskısıyla Meclis, mahpusların yakınlarının yaşamsal tehlike arz eden hastalıklarında ziyaret izni veren bir düzenleme yapmıştı. İlginç bir şekilde, aynı yasal pakette bir de “Öcalan düzenlemesi” bulunuyordu. Bu düzenleme, hükümlü örgüt liderlerinin avukatları aracılığıyla örgütle iletişim kurmasını engellemeyi amaçlıyordu.
Ancak devir değişti. İktidar, Öcalan ile yeni bir çözüm süreci başlatarak sırf onun için getirilen görüş yasağını kaldırdı. Hatta Adalet Bakanı’nın “mevzuata uygun değil” demesine rağmen Öcalan’a videolu mesaj imkanı tanındı. Sızan notlara göre, örgütünü ikna etmesi için fiziki ve görüntülü görüşme olanakları sağlandı. Fakat 13 yıl önce aynı pakette yer alan bir hak, sırf İBB çalışanı olduğu için Ramazan Gülten’e tanınmıyor. Bu duruma karşı birileri haklı olarak, “Öcalan’a tanınan imtiyazlar hangi mevzuatla yapıldı?” diye soruyor.
Fatih Altaylı Davası ve Uygulanmayan Emsal Kararlar
Hukuk, yazılı metinlerin ötesinde içtihatlarla şekillenir. Gazeteci Fatih Altaylı, cımbızlanmış bir konuşması nedeniyle “cumhurbaşkanını tehdit” suçlamasıyla 21 Haziran‘dan beri tutuklu bulunuyor. Oysa önümüzde, Altaylı’nın durumuna emsal teşkil edebilecek iki önemli mahkeme kararı var.
Saraçhane Röportajı ve Beraat Kararı
İlk karar, 26 Haziran tarihli İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesi’ne ait. Saraçhane’deki bir eylemde mikrofon uzatılan bir vatandaşın sözleri nedeniyle açılan davada mahkeme beraat kararı verdi. Vatandaşın ifadeleri şöyledir:
“Ben buradan Recep Tayyip Erdoğan’a seslenmek istiyorum… Anadolu coğrafyası çok padişah gördü, çok imparatorluk gördü, kimi imparatorluklara burası mezar oldu, kimi padişahlara da mezar oldu. Darbe oldu, Adnan Menderes burada asıldı… Halk ayaklandığı gün siz de zorla düşeceksiniz.”
Mahkeme, tehdit suçunun oluşması için doğrudan kastın gerektiğini belirterek vatandaşın beraatine ve devletin tazminat ödemesine hükmetti.
Göz Ardı Edilen İzmir Emsali
Daha da çarpıcı bir emsal ise İzmir 21. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26 Ekim 2023 tarihli kararıdır. Bir sokak röportajı sırasında sanığın söylediği şu sözler beraatle sonuçlanmıştır:
“Sen merak etme, Erdoğan’ı da asacaklar. Onlar da yargılanacak… Erdoğan da yargılanacak. Senin zihniyetin bitecek dayı.”
Mahkeme, bu sözlerin iki vatandaş arasındaki bir tartışma sırasında söylendiğini ve doğrudan cumhurbaşkanını hedef alan bir tehdit kastı taşımadığını belirterek beraat kararı vermiştir. Bu açık hukuki deneyimler Fatih Altaylı’ya uygulanmadığı gibi, iddianamesi de yaklaşık bir aydır hazırlanmamıştır.
Genel Bir Hukuksuzluk Hali
Bu örnekler buzdağının sadece görünen yüzü. Sırf savcıları eleştirdiği için 64 gündür iddianame bekleyen gazeteci Furkan Karabay, hastalıklarına rağmen cezaevi ile hastane arasında mekik dokuyan Murat Çalık ve Ayşe Barım gibi yüzlerce, binlerce insan benzer adaletsizliklerle karşı karşıya. Eleştirdiğimiz mevcut kanunlar ve yönetmelikler dahi adil bir şekilde uygulansa, ülke bir nebze olsun rahatlayacak. Türkiye’nin, Hakkâri’den Edirne’ye kadar öncelikle kendi vatandaşlarına bir “açılım” yapmaya ihtiyacı var. Ancak “süreç” diyenlerin ne hukuk ne de özgürlük gibi bir derdi olduğu görülüyor. Unutulmamalıdır ki, özgürlük iki dudaktan kurtulduğu gün, bilekte kelepçe ve ayakta pranga olmayacaktır.