Türkiye’nin Ulus Devlet Kimliğine Yönelik Tehditler
Geçmiş bir yazımda “Yeni bir ülke, yeni bir devlet, yeni bir kuruluş” başlığını ele almıştım. Böyle bir senaryonun gerçekleşme ihtimaline inanmasam da, bu analiz ulusal ve uluslararası aktörlerin politika ve tercihlerini ortaya koyuyordu. Herkesin hayalleri vardır, ancak bir de sert gerçekler ve aşılması zor engeller bulunur. Bu yazının amacı ise bu tür bir değişimin neden mümkün olmadığını anlatmaktır.
Bölgedeki büyük oyun kurucuların, Türkiye’nin ulus devlet yapısından ve karakterinden rahatsız olduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle AKP‘nin iktidara geldiği 2007 sonrası dönemde, Avrupa ve ABD, Türkiye’nin kurucu felsefesi olan “ulus devlet” yapısını ve “Kemalist” harcı zayıflatmak için önemli bir fırsat yakaladı.
Bu süreçte AKP ve Fethullahçı yapı sonuna kadar desteklendi. Türkiye’nin laik bir yapıya sahip olmasının gerekli olmadığı yönünde alçakça bir saldırı başlatıldı. Hatta bu yapıların yerel unsurları, “ya Kemalistler ölecek ya biz” sloganlarıyla sokaklara döküldü. Onların gözünde ideal Türkiye, İslamcı bir Türkiye’dir. Onlara göre, tüm İslam ülkeleri şeriatla yönetilirken Türkiye’nin bir ayrıcalığı olmamalıdır.
Bölgesel Güç Olarak “Osmanlı” Yemi
Türkiye’ye şu tür bir yem atılmaktadır: “Sen Ortadoğu’nun en güçlü ülkesisin ama hak ettiğin değeri görmüyorsun. Suriye ve Irak’ı yönetmek senin hakkın. Ancak bu çağda bu toprakları işgal edemezsin. Fakat Osmanlı gibi davranırsan, ümmet ve İslamcılık söylemleriyle bu bölgeyi kontrol edebilirsin.”
Bu yem ilk olarak Özal’a sunulmuş, ancak CHP’nin Meclis’teki direnci sayesinde Türkiye, birinci Irak savaşına doğrudan müdahil olmamıştır. Şimdi ise Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Görevlisi Tom Barrack‘ın benzer bir söylemi gündemde.
İddialara göre Barrack, İzmir Kemeraltı’nda esnafla sohbet ederken Türkiye’nin Osmanlı gibi olması gerektiğini belirtmiştir. AA’ya verdiği resmi demeçte bu ifade yer almasa da, dolaylı yoldan aynı mesajı vermiştir: “Ah büyük dedem zamanındaki Osmanlı! Türkiye bunu başarabilir!”
Suriye Politikası ve Yeni İttifak Arayışları
Cumhurbaşkanı’nın geçtiğimiz cumartesi günü dile getirdiği Türk-Kürt-Arap ittifakı iddiası, muhtemelen Barrack’a bir yanıt değildi; bu, zaten başından beri sürdürülen bir politikaydı. Ancak Ankara’nın bu politikasının, Suriye’nin bugünkü parçalanmış ve ABD, İsrail ile HTŞ gibi yapıların oyuncağı haline gelmesinde önemli bir payı vardır. Emevi Camisi’nde namaz kılma hedefi gerçekleşmese de, bu yönde adımlar atılmıştır.
Elbette, ülkemizdeki Kürt siyasal hareketiyle anlaşmamız ve uzlaşmamız gerekmektedir. Demokratik ve laik bir Cumhuriyet, geleceğimizin en büyük güvencesidir. Ancak Cumhurbaşkanı’nın “tüm Kürt ve Araplarla ittifak” diyerek ülke sınırlarının ötesine taşan bir vizyon çizmesi, Barrack gibi isimleri kuşkusuz memnun etmiştir. Bu durum, Osmanlıcılık hayalinin, Türkiye’nin ulus devlet yapısının yıkılmasına yönelik Batılı projelere kapı aralayıp aralamadığı sorusunu gündeme getirmektedir.
Asıl Amaç Seçim mi?
Bu söylemlerin asıl hedefinin ülkemizdeki 5 milyon Suriyeli olmadığı açıktır. Kanımca tek amaç, seçimi kazanmak için yeni bir siyasi atmosfer yaratmaktır. Seçmene, “Türkiye’nin Ortadoğu’da genişleyerek diğer milletleri yöneten büyük bir devlete dönüşme hayali” satılmak istenmektedir. Belki de bu, İmralı ve Kandil’e verilecek olası büyük tavizlerin “büyük Osmanlı” kılıfıyla örtülerek DEM’in de bu plana dahil edilme çabasıdır.
Ancak milletin tepkisi nettir: “Dün CHP’ye PKK sevicisi derken, bugün İmralı ve Kandil sevicisi kılığına bürünerek ne tür aldatıcı planlar kuruyorsunuz?” Hedefin seçim olduğu ve kazanmak için her yolun mübah görüldüğü anlaşılmaktadır.
Fakat unutulmaması gereken tek bir gerçek vardır: Ulus devletini kaybedersen, Türkiye’yi ve her şeyi kaybedersin. Masaya sürülmeyecek, pazarlık konusu yapılamayacak tek şey, laiklikle birlikte ulus devletin kendisi ve yapısıdır. Ve nihayetinde sürülemeyecektir de.