İnsan İlişkilerinde Kusursuz Mesafe Arayışı
Sabah kahvesinin buğusuyla birlikte, bilinçaltı uzmanı Engin Geçtan’ın meşhur kirpi metaforu zihnimde canlanır. Soğuk havada ısınmak için birbirine sokulan ancak dikenleri batınca uzaklaşan kirpiler… Bu döngü, birbirlerini incitmeyecekleri o ideal mesafeyi bulana dek sürer. İnsan ilişkilerindeki yalnızlığımız da tam olarak bu değil midir? Sürekli olarak o kusursuz dengeyi kaçırmamızda gizlidir. Geçtan’ın 1983 tarihli başyapıtı “İnsan Olmak”, bu konuda hâlâ en güçlü rehberlerden biridir.
“Başkalarının bizi kabul etmesi için özümüzden vazgeçersek, kendi değerimizi çöpe atarız.”
Bu cümle, kendimizden uzaklaştığımızda sevme yeteneğimizi nasıl körelttiğimizi ve mutsuzluğa nasıl sürüklendiğimizi çarpıcı bir şekilde özetler.
Yabancılaşmanın Kökeni ve Mükemmellik Baskısı
Peki, kendimize bu denli yabancılaşmamızın temelleri nerede atılıyor? Cevap, çocukluktan itibaren omuzlarımıza yüklenen “kusursuz ol” zırhlarında saklı. Batı kültürünün “tek doğru” dayatması, hayatın zengin renklerini silerek tekdüze bir beyaza indirgerken, Doğu bilgeliği ise bize “yargısız farkındalık” kavramını fısıldar. Geçtan’ın uyarısı kulaklarda çınlar: “Hayat, gözden kaçırdığın detaylarda saklıdır!” Gündelik hayatın yoğun koşuşturması, çoğu zaman içimizdeki boşlukla yüzleşmekten kaçmak için kullandığımız bir uyuşturucuya dönüşür. Kaçırdığımız o küçük anlar, aslında ruhumuzdaki derin çatlakların habercisidir.
Dönüşümün Başlangıcı: Kabullenme ve Öz Şefkat
Tam bu çaresizlik noktasında iki sihirli kavram imdadımıza yetişir: Kabullenme ve öz şefkat. Geçmişin “keşke”leriyle kendimizi hırpalamak yerine, “Evet, bu benim hikâyem” deme cesaretini göstermektir bu. Bu bir teslimiyet değil, aksine gerçekle yüzleşme zaferidir. Kusurlarımızla savaşmayı bırakıp onlarla barıştığımızda, içimizdeki potansiyel uyanır. Bu noktada psikolog Carl Rogers’ın meşhur paradoksu devreye girer:
“Kendimi olduğum gibi kabul ettiğim an, dönüşüm başlar.”
Kendimizi yargılamak için harcadığımız o muazzam enerji, ancak bu kabullenişle birlikte yaratıcılığa ve büyümeye dönüşebilir.
Kusurlarla Barışmak ve İçsel Özgürlük
Geçtan, kusurlarımızla barışmanın önemini vurgular. İçimizdeki o “vahşi nehri” lanetlemek yerine, onun akışına izin vermemizi öğütler. Bazen bir tepede avaz avaz bağırmak, bir su birikintisine çocuk gibi basmak ya da aniden gökyüzüne bir şarkı mırıldanmak, ruhun gizli şifa yöntemleridir. Öz şefkat, tam da kendimize bu küçük özgürlük anlarını hediye etmektir. Varoluşçu felsefenin de belirttiği gibi, insan kendi değerini kendi inşa eder. Gölgede bıraktığımız yönlerimizi kilit altında tuttukça, üretkenliğimizi de hapsetmiş oluruz. Kabullenmek, hem geçmişin yaralarını sarmak hem de o karanlık dehlizlerin kapısını aralamaktır.
Bugün Başlamak İçin 3 Somut Adım
Peki bu dönüşüm yolculuğuna nereden başlamalı? İşte bugün deneyebileceğiniz üç basit ama etkili adım:
- Aynadaki Yansıma: Sabah aynada gözlerinizin içine bakın ve “Seni bütün kusurlarınla seviyorum” deyin.
- Büyümenin Notu: Bir hata yaptığınızda kendinizi suçlamak yerine avucunuzun içine “İnsanım, büyüyorum” diye fısıldayın.
- İçinizdeki Çocuğu Sevindirin: En sevdiğiniz şarkıyı son ses açıp dans edin, bir parkta ağaç gölgesinde dinlenin veya kendinize minnettar olduğunuz üç şeyi söyleyin.
Unutmayın, kabullenme soyut bir felsefe değil, teninizde hissettiğiniz bir yaz güneşi gibidir. Kırıklarınızı kucakladığınızda ve hayatın fırtınalarına cesurca yelken açtığınızda, içinizde tomurcuklanan o mucizeyi fark edersiniz. Ruhunuz bütünleşir ve yüreğiniz yeniden kanat çırpar. Peki siz, tam şu anda, kendinizin hangi çiçeğini sulayarak başlayacaksınız?