Çocuk Eğitiminde Doğru Yaklaşım: Zekâ mı, Çalışkanlık mı?
Çocuklarımızı överken hangi niteliklerini ön plana çıkarmalıyız? Zekâlarını mı, yoksa gösterdikleri çabayı mı? Toplum olarak uzun yıllar boyunca çocukların zekâsını övme eğiliminde olduk. Bu durumun altında yatan temel neden, çalışkanlığın yaygın ve ulaşılabilir, zekânın ise nadir ve özel bir yetenek olduğu düşüncesiydi. Geçmişte, “Benim oğlan çok zeki, öğretmenini bir dinler hemen ezberler, kitap okuması gerekmez” gibi ifadelerle övünen ebeveynlere sıkça rastlanırdı. Ancak modern pedagojik yaklaşımlar bu bakış açısını değiştiriyor.
Övgünün Gücü: Zekâdan Çalışkanlığa Geçiş
Günümüzde uzmanlar, çocukların sadece zekâlarını övmenin gelişimleri için yeterince işlevsel olmadığını belirtiyor. Bir çocuğu sürekli “zeki” olarak etiketlemek, ona somut bir gelişim hedefi sunmaz. Elbette zekâ oyunları veya satranç gibi aktivitelere yönelebilir, ancak bu durum zekâ seviyesinde gözle görülür bir artış sağlamayabilir. Hatta zekânın kurnazlığa dönüşme riski de bulunmaktadır. Buna karşın, bir çocuğun çalışkanlığını takdir etmek, onu daha fazla çaba göstermeye ve üretkenliğini artırmaya teşvik eder. Dolayısıyla, çocuklarımıza “çok zekisin” mesajı yerine “ne kadar çok çalıştın ve başardın” iletisini vermek, onların karakter gelişimi için daha akıllıca bir stratejidir.
Halk arasında sıkça söylenen “Bir insana kırk gün ne dersen o olur” sözü, bu durumu özetler niteliktedir. Bir çocuğu sürekli zeki olduğunu söyleyerek daha zeki yapamayız, ancak çalışkanlığını överek onu daha çalışkan bir birey haline getirebiliriz.
Atatürk’ün Tarihi Öngörüsü: “Bana Çalışkan Öğrenci Lazım”
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk‘ün bu konudaki öngörüsü oldukça anlamlıdır. Anlatılan bir anıya göre, Atatürk Orman Çiftliği’nde dolaşırken o zamanki adıyla Gazi Eğitim Enstitüsü’nden tarih dersinden kaçan 17 yaşlarında iki gençle karşılaşır. Gençlerin isimlerini ve sınıflarını öğrendikten sonra ertesi gün okullarını ziyaret eder. Öğrencilerden birini tahtaya kaldırarak Büyük Taarruz’u anlatmasını ister.
Genç, konuyu ne kadar iyi anlatırsa anlatsın, taarruzu planlayan ve yöneten kişinin karşısında eksik kalacağını bilir. Bunun üzerine büyük bir özgüven ve medeni cesaretle Atatürk’e şöyle der: “Paşam, siz aramızdan ayrıldıktan sonra ben arkadaşlarıma Büyük Taarruz’u anlatabilirim. Ancak siz buradayken, bu zaferi kazanan kahraman olarak siz anlatırsanız bu hepimiz için unutulmaz bir anı olur.” Bu zekice hamle karşısında Atatürk, gence “Çok zekisin” dedikten sonra şu tarihi sözü ekler: “Ama bana zeki değil, çalışkan öğrenci lazım.” Bu söz, çalışmanın zekâdan daha değerli olduğuna dair önemli bir mirastır.
Başarının Üç Temel Taşı: Zekâ, Çalışma ve Dürüstlük
Gerçek ve kalıcı bir başarı için üç temel özelliğe ihtiyaç vardır: Zekâ, çalışkanlık ve dürüstlük. Tarihteki bazı liderler veya yasa dışı örgüt yöneticileri şüphesiz zeki ve çalışkan olabilirler, ancak dürüstlükten yoksun olmaları, başarılarını yıkıcı hale getirmiştir.
Mustafa Kemal Paşa ve Dürüstlük Testi
Mustafa Kemal Paşa’nın dürüstlüğünü gösteren bir olayda, Güneydoğu Anadolu’da görev yaparken bir Alman mareşalin kendisine bir çekmece altın gönderdiği anlatılır. Rüşvet olduğunu anlayan Mustafa Kemal, bu altını orduya gelir olarak kaydetmek için belge talep eder. Mareşal yaveriyle belgeye gerek olmadığını iletince, Mustafa Kemal iki yaverine, “Gidip o Alman mareşalden o belgeyi alıp geleceksiniz” emrini verir. Yaverler belgeyle döndükten sonra mareşal altınları geri istemiş ve böylece olayın rüşvet girişimi olduğu kanıtlanmıştır.
Sonuç olarak, çocuklarımıza bırakabileceğimiz en büyük miras, onlara model olarak göstereceğimiz çalışkanlık ve dürüstlüktür. Zekâyı miras bırakamayız; çünkü zekâ kısmen genetik, kısmen de yaşantılarla şekillenir. Ancak yeterince zeki olmayan bir birey bile çalışkanlığıyla her türlü zorluğun üstesinden gelebilir. Bu nedenle çocuklarımızın zekâsını değil, çabalarını ve çalışkanlıklarını övelim.