Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 51. Yılı: Tarihi Nedenler ve Güncel Diplomatik Durum

Kıbrıs’ta Barışa Giden Yol: Enosis Hayali ve Kanlı Noel

1950’li yıllardan itibaren Yunanistan’ın Enosis (Ada’nın Yunanistan’a ilhakı) hedefini benimsemesi, Kıbrıs’taki Türk toplumuna yönelik baskıların artmasına neden oldu. 1960 yılında kurulan ve iki halkın eşit ortaklığına dayanan Kıbrıs Cumhuriyeti modeli, Rum lider Makarios’un anayasal değişiklik girişimleriyle uygulanamaz hale geldi. Bu gerilim, 1963’te “Kanlı Noel” olarak bilinen trajik olayları ateşledi. Bu saldırılarda 364 Kıbrıslı Türk hayatını kaybederken, yüzlercesi evlerini terk etmek zorunda kaldı. 20 Temmuz 1974’te Atina cuntasının desteğiyle gerçekleşen darbe ve Nikos Sampson’un Enosis planını hayata geçirme niyeti, Ankara için son nokta oldu.

Türkiye’nin Garantörlük Hakkı ve Barış Harekâtı

Bu gelişmeler üzerine Türkiye, Londra ve Zürih Antlaşmaları’ndan doğan garantörlük hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’nı başlattı. Harekât neticesinde Ada’nın yüzde 36’lık bölümü Türk kontrolüne girdi ve kuzeyde bir Türk yönetimi kuruldu. Bu süreç, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin ve ardından 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ilan edilmesiyle sonuçlandı.

Uzman Görüşü: ‘Kıbrıs Türkleri Katliamlardan Korundu’

Kıbrıs meselesi üzerine uzmanlaşan Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Gözde Kılıç Yaşın, harekâtın önemine dikkat çekiyor.

“Türkiye bu harekâtı tek başına gerçekleştirmek zorunda kaldı çünkü Ada’daki diğer iki garantör (Birleşik Krallık ve Yunanistan) ya etkisiz kaldı ya da fiilen darbenin parçası oldu. Darbenin amacı sadece anayasal düzeni yeniden tesis etmek değil, 1963’ten itibaren uç noktada kendini gösteren katliamlardan Kıbrıs Türklerini korumak, Türklerin eşit kurucu ortak statülerini fiilen tesis etmek ve Türk ulusunun Doğu Akdeniz’deki güvenliğini sağlama almak olduğunu belirtti.”

Geçen 51 Yılda Neler Yaşandı?

Dr. Yaşın, aradan geçen 51 yılda sahada elde edilen kazanımların korunduğunu ancak uluslararası alanda yeterli desteğin sağlanamadığını ifade ediyor. “Bu nedenle ulaşılamayan hedeflerin başında KKTC’nin tanınması geliyor” diyen Yaşın, şu noktalara dikkat çekti:

  • BM Güvenlik Konseyi’nin 541 (1983) ve 550 (1984) sayılı kararları KKTC’nin ilanını geçersiz saymaktadır.
  • 1960 anayasası Kıbrıs Türk halkını ‘eşit kurucu ortak’ olarak tanısa da, Rum tarafı uluslararası alanda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek temsilcisi olarak görülmektedir.
  • 2004 Annan Planı sürecinde AB’nin verdiği sözleri tutmaması nedeniyle KKTC, doğrudan uçuş yasağı gibi izolasyonlarla mücadele etmektedir.

Güncel Diplomatik Riskler: 5+1 Toplantıları ve Görüşmeler

Dr. Yaşın, son dönemde New York’ta düzenlenen 5+1 formatındaki gayriresmi Kıbrıs toplantılarını ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın GKRY lideri Nikos Hristodulidis ile görüşmesini de değerlendirdi.

“1 saatlik baş başa görüşme diplomatik denklemleri değiştirme potansiyeli taşıyor. Burada diplomatik bir risk görüyoruz. Türkiye’nin ‘muhatabınız Kıbrıs Türk halkıdır’ yaklaşımıyla örtüşmeyen bir görüntü ortaya çıktı. Nitekim Rum basını bu görüşmeyi ‘Türkiye-Kıbrıs Rum müzakeresi’ gibi sunarak, ‘Kıbrıs bir işgal sorunudur, çözüm Türkiye ile yapılmalıdır’ propagandasını canlandırma fırsatı buldu. Bunların zararı KKTC’nin ‘eşit egemenliği’ gerçeğine ve savunusuna oluyor.”

Yaşın, Kıbrıs Türk tarafının son dönemde önerdiği 3D (doğrudan uçuş, doğrudan ticaret, doğrudan temas) yaklaşımının önemini vurgulayarak, bu statü tanınmadan yapılacak görüşmelerin KKTC’nin tezlerine zarar vereceği uyarısında bulundu.