Allah’ın Sonsuz Kudreti ve Ebedi Hayat Vaadi
Hiçbir şeyi ziyan etmeyen, en ufak bir görüntüyü dahi hafızalarda ve Levh-i Mahfuz‘da bir tohum misali saklayarak ahirette meyveye dönüştüren Yüce Allah, ne denli büyük bir kudret sahibidir. Bu dünyada solup giden çiçekler, dökülen yapraklar ve tüm varlıklar, hafızamızda birer çekirdek olarak kalacak ve Rabbimiz bu çekirdeklerden cennette sonsuz manzaralar yaratacaktır. Bir görüntünün dahi hakkını koruyan, bir yaprağın suretini bile muhafaza eden Allah, şüphesiz ki en şerefli mahluk olan insanı da koruyacaktır. Bizlere, dünya hayatıyla kıyaslanamayacak kadar görkemli ve ebedi bir yaşam bahşedecektir. Cennetteki nimetlerin yanında, bu dünyadaki en güzel nimetler dahi kuruyup yalnızca hafızalarda kalan birer görüntü gibi olacaktır.
Dünya hayatı, en parlak haliyle bile ahiret hayatının ve cennet nimetlerinin yanında bir zerre mesabesindedir. Bu zerre kadar değeri olan dünyaya devasa anlamlar yükleyip cenneti unutmak, bu büyük nimete susamış insan aklına yakışmaz. Dünyaya hırsla bağlanıp “o da benim olsun, bu da benim olsun” diyen birinin cennete talip olmaması akıl kârı değildir. Ahirete talip olan bir mümin, dünyanın geçici ve yok olmaya mahkum lezzetlerinin peşinde koşmaz. Elbette bu lezzetlerden istifade eder, ancak asıl hedefi ebedi lezzetlerdir. Bu hedefe ulaşmak ise, ancak Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmakla mümkündür. Unutulmamalıdır ki her yasak, insanın iyiliği içindir. Allah, insana zulmetmek için hiçbir şeyi yasaklamamış veya emretmemiştir. Bir emrin varlığı veya yokluğu, tamamen insanın hem dünyasını hem de ahiretini ilgilendiren bir fayda-zarar dengesine dayanır. Yasaklanan zararlı, emredilen ise faydalıdır. Bir şeyi güzel veya çirkin yapan, Allah’ın “yap” veya “yapma” emridir. O’na itaat, her şeyi güzelleştirir.
Kainatın İtaati ve İnsanın Sorumluluğu
Zerreler, atomlar ve yıldızlar gibi tüm kâinat Allah’a itaat ederken, insanın bu emirlere karşı gelmesi, bütün mevcudata karşı yapılmış bir hakarettir. Bu durum, zerreye ve yıldızlara karşı da bir ihanet anlamına gelir. Çünkü onlar, ilahi emirler doğrultusunda hareket ederek Allah’ın birliğini, yani Vahdaniyet’i ilan ederler. Onların bu kusursuz itaati, görevini yapmayan insana adeta şöyle seslenir: “Utan! Sen vazifeni yapmayarak bizim şahitliğimizi yalanlıyorsun.”
Düşünün ki, hesap gününde devasa bir yıldız küçücük bir insanın yakasına yapışıp, “Benim her an ilan ettiğim Allah’ı sen nasıl inkâr ettin?” diye hesap soracak. Veya bir zerre, asi bir insanın yüzüne bir tokat atarak, “Ben fıtri ibadetimi yapıp Rabbimi ilan ederken, sen nasıl olur da O’na isyan edersin?” diyecektir. Bu nedenle insan, Allah’a itaat etmeyerek ne kadar büyük bir hata ve zulüm işlediğinin farkında olmalıdır. Bu, sadece kişisel bir suç veya “benim özgürlüğüm” meselesi değildir. Yıldızın, zerrenin, ağacın ve bulutun bir iradesi yok mudur? Hepsi, yaratılmış olmanın şükrünü her an ibadetle yerine getiren birer dildir.
Güneşin sürekli ısı ve ışık vermesi, onun Allah tarafından verilen görevi yerine getirerek sunduğu bir şükürdür. Aynı zamanda en büyük vazifesi olan Vahdaniyet’i ilandır. Tüm kâinat böyle ilan ederken, insanın “ben özgürüm”, “dünyaya bir defa geldim” gibi bahanelerle bu ilanı hiçe sayması büyük bir saygısızlıktır. Madem dünyaya bir defa geldin, o halde daha uyanık ve dikkatli olmalısın. İnsan, hayatında ilk defa gittiği bir yerde zamanını boşa harcamaz; aksine o seyahatin tadını çıkarmak için her anını dolu dolu yaşar. Öyleyse insan, dünyaya bir defa geldiğini söyleyip de bir yaprağa, bir çiçeğe, bir kar tanesine bakarak tefekkür etmeyecek mi? Bu kısa seyahati harika bir hale getirip ardından ebedi bir hayatı kazanmayı elinin tersiyle itecek mi? Cenneti elinin tersiyle itmek istemeyen, ibadetini huşu içinde yerine getirmelidir.