Karabekir’in Yakılan Kitabı ve Resmî Tarihe Başkaldırı
Tarihin tartışmalı sayfalarından birinde, merhum Kâzım Karabekir Paşa‘nın İstiklâl Harbi’ne dair resmî anlatıyı sorgulayan hakikatleri ifşa etmesi yer alır. Bu cesur adımı, dönemin “Mutlak Şef”inin tepkisini çekmişti. Paşa’nın İstiklâl Harbimizin Esasları adlı kitabının 1933’teki ilk baskısı gibi, 1951’deki ikinci baskısı da Sinan Omur tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak ilk baskının akıbeti, dönemin baskıcı atmosferini gözler önüne serer.
Sinan Omur’un aktardığına göre, Halk Partisi Baş Kâtibi Kâzım Bey ve Recep Zühtü Soyak gibi isimler matbaaya gelerek basılan tüm formaları bir itfaiye kamyonuna yükleyip götürmüşlerdir. Omur, bu formaların hamam külhanlarında yakılamayınca Topkapı dışındaki çukurlarda imha edildiğini öğrenmiştir. Bu olay, resmî tarihin dışındaki seslerin nasıl susturulduğuna dair çarpıcı bir örnektir.
Mehmed Âkif ve Kemalizm İddiaları
Bir diğer önemli tarihî tartışma ise Millî Şair Mehmed Âkif Ersoy etrafında şekillenir. Teşvikiye Sağlıkevi’nde tedavi görürken verdiği mülakatlarda, kendisine atfedilen ve Kemalizm’i takdir ettiği öne sürülen sözler gündeme gelmiştir. Bu iddiaların en vahimi ise Mithat Cemal Kuntay’ın Hakkı Tarık Us’tan rivayet ettiği şu cümledir: “Vallahil’azim, eğer Atatürk olmasaydı bu zafer kazanılamazdı!”
Bu tür rivayetlerle, hayatı boyunca Mustafa Kemâl ve inkılapları hakkında olumlu tek bir satır dahi yazmamış olan Mehmed Âkif, Kemalist propaganda tarafından Mustafa Kemâl’i yüceltenler kervanına dahil edilmeye çalışılmıştır. Oysa Âkif’in yüksek seciyesi ve hayat duruşu göz önüne alındığında, bu iddiaların doğruluğuna ihtimal vermek güçtür.
En Güçlü Protesto: Sükût
Mehmed Âkif’in karakterini anlamak için onun en belirgin özelliklerinden birini, sükûtunu, dikkate almak gerekir. Âkif, onaylamadığı kişi ve olaylar karşısında ısrarlı bir sessizlik tavrı takınırdı. Dolayısıyla onun Mustafa Kemâl, İstiklâl Harbi sonrası dönem ve Kemalist İnkılâplar hakkındaki suskunluğu, aslında en şiddetli protesto anlamını taşıyordu. Mithat Cemal Kuntay, eserinde Âkif’in sükûtunun çeşitlerini şöyle sıralar:
- Bitmeyen sükût: Kendisine takdim edilen kişiden haz etmemişse.
- Hakaret olan sükût: İnandığı değerlere uymayan bir söz karşısında.
Kuntay, Âkif’in, Cevdet Paşa’yı eleştiren Adanalı Hayret Hoca ile selamı kesmesini ve küstüğü birini zihninden tamamen silmesini de bu karakter özelliğine örnek olarak gösterir. Darıldığı kişi onun için artık “yok” hükmündeydi.
İman Merkezli Mücadele ve Sertel’lerin Gazetesi
Dirayetli bir Müslüman olan Mehmed Âkif, kurtuluşun ancak iman merkezli ve teşkilatlı bir mücadeleyle mümkün olacağına inanıyordu. Zaferleri şahıslara değil, bu imanın timsali olan Mehmedciğe atfederdi. Bu duruşu, ona sonradan atfedilen Kemalist övgülerle taban tabana zıttır.
Âkif’e bu tür sözleri atfeden yayın organlarından biri de Sertel’lerin Tan gazetesi idi. Eğer bu iddialar doğru olsaydı, Sabiha Sertel’in ilerleyen yıllarda Mehmed Âkif’e bu denli şiddetle saldırması beklenmezdi. Sertel’in 1938’den itibaren başlayan ve 1940’ta Eşref Edib ile kalem münakaşasına dönüşen hücumları, Âkif’in Kemalist zümreyle ne denli bağdaşmaz bir şahsiyet olduğunun kanıtıdır.
Hakikat Adamı Âkif ve Dozy Tercümesine Tepkisi
Büyük mütefekkir Mehmed Âkif, her şeyden önce bir Hakîkat Adamıydı. Şu beyti onun kişiliğini özetler: “Şudur cihânda benim en beğendiğim meslek: Sözüm odun gibi olsun, hakîkat olsun tek!” Bu ilkesi, Dr. Abdullah Cevdet’in, Hollandalı şarkiyatçı Reinhart Dozy’nin İslamiyet’i ve Hz. Peygamber’i tahkir eden Târih-i İslâmiyet adlı eserini tercüme etmesi karşısında da kendini göstermiştir. Kitap, İslam dünyasında büyük bir infiale yol açmış ve 1910’da yasaklanmıştır. Ebuzziyâ Tevfik’in bu tercümeyi övmesi üzerine Âkif, hakikatin yanında durarak tavrını net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu olay dahi, onun inançlarına ve doğrularına ne kadar bağlı olduğunun ve ilkelerinden taviz vermeyeceğinin açık bir göstergesidir.