Günümüzde toplumsal cinsiyet rolleri ve bireylerin ilişkilerdeki tutumları önemli bir dönüşüm geçirmektedir. Bu değişimin yalnızca kültürel değil, aynı zamanda biyolojik yansımaları da gözlemlenmektedir. Özellikle kadınlarda östrojen hormon düzeylerinin azalması, erkeklerde ise testosteron hormon seviyelerinde düşüş yaşanması, bu dönüşümün fizyolojik boyutuna dikkat çekmekte.
Kadınların ekonomik olarak güçlenmesi, kendi ayakları üzerinde durmaya başlaması ve finansal bağımsızlıklarını kazanması, onların sadece toplumsal rollerini değil, aynı zamanda hormonal dengelerini de etkilemektedir. Bu durum, bazı kadınların daha yüksek düzeyde testosteron hormonu salgılamasıyla sonuçlanabilmektedir. Örneğin, “Tek taşımı kendim aldım”, “Çocuğumu bile tek başıma büyüttüm” gibi söylemler, bu güçlenmenin ve dönüşümün somut ifadeleri haline gelmiştir.
Bu değişim karşısında erkeklerin bir kısmında ise daha çekingen, daha naif ve ilişkilerde geri planda kalmayı tercih eden tutumlar gelişmiştir. Geleneksel olarak erkekten beklenen “öncülük etme” rolü, bazı kadınlar tarafından üstlenilmeye başlanmıştır. Öyle ki, evlilik tekliflerinin dahi kadınlardan geldiği durumlar yaygınlaşmaktadır. “Hey, 40 yaşıma gelmeden çocuk sahibi olmam gerekiyor; ne bekliyoruz? Hadi evlenelim” gibi doğrudan ifadeler, kadınların artık zamana karşı daha bilinçli ve sonuç odaklı kararlar alabileceklerini göstermektedir.
Sahada yapılan gözlemler (danışanlar ve çevresel örneklem yoluyla) göstermektedir ki, bazı erkekler ilişkilerde “akışta kalmayı” tercih etmektedir. Sıkça duyulan ifadelerden biri şudur:
“Ne acelemiz var? Böyle iyiyiz. Şart mı ilişkinin adını koymak? Akışta olalım.”
Ancak bu tür belirsiz ifadeler kadınlar açısından yeterli olmamaktadır. Zira kadın doğası gereği sonuç odaklıdır ve duygularını dile getirmesinin ardında yatan esas ihtiyaç, ilişkinin yönüne dair netliktir. Kadının “vıdı vıdı” olarak algılanan tepkisi aslında “Bu ilişkinin nereye gittiğini bilmek istiyorum” çağrısıdır. Eğer bu netlik sağlanamazsa kadın ilişkinin dışında bir gelecek planlamaya başlar. Çünkü kadın “yuva” hissini alamadığı bir yerde kalmaz; gider.
Erkek ise çoğu zaman bu sinyalleri göz ardı eder. “Ne oldu şimdi bu kadına” diyerek, ilişkinin yürüdüğünü düşündüğü anda, kadının uzaklaşmasını anlamlandıramaz. Burada önemli bir ayrım ortaya çıkmaktadır:
Erkek sadece idare eder, fakat “adam” olan, kadının neye ihtiyaç duyduğunu anlar ve bunu karşılamak için sorumluluk alır.
Kadın belirsizliği sevmez; erkek ise sıklıkla bu belirsizlikten beslenir. Sevdiği kadını “cebine koymuş” gibi hissederken kendi hayatında bir taahhütte bulunmadan yoluna devam eder. Oysa kadın için sevgi; düzen, netlik ve gelecek inşasıdır. Bu bağlamda, kadın sevgisinin beraberinde bolluk ve bereket getirdiğini unutmamak gerekir.
Bu noktada, ilişkilerde duygusal derinliğin ve karşılıklı farkındalığın artırılması adına sanatsal referanslar da işlevseldir. Örneğin, Sezen Aksu’nun Sarı Odalar adlı şarkısı, kadınların içsel dünyasını ve beklentilerini anlamak isteyen erkekler için anlamlı bir metafor sunmaktadır.
SONUÇ
Toplumsal cinsiyet rolleri ve ilişkilerdeki beklentiler dönüşüm içerisindedir. Kadınlar güçlendikçe daha net, sonuç odaklı ve cesur hale gelirken; erkeklerin bu değişime adapte olma süreçlerinde belirsizlik eğilimleri artabilmektedir. Bu karşılıklı değişimin sağlıklı bir şekilde yönetilebilmesi, tarafların birbirinin ihtiyaçlarını anlaması ve buna uygun davranışlar geliştirmesiyle mümkün olacaktır.