Dijital Çağın Hakikat Krizi: Algoritmaların Ördüğü Duvarlar
Günümüzdeki hakikat arayışı, kaygan bir sabunu elde tutmaya benziyor; sürekli bir o yana bir bu yana kaçıyor. Algoritmaların ördüğü görünmez duvarlar içinde sıkışıp kalmış durumdayız. Pek çok insan, kendi düşüncelerine sımsıkı sarılmış, sorgulamaktan adeta çekinir bir hale gelmiş durumda. Toplumsal tartışmalar, aşılması güç inanç kalelerine dönüşürken, kendi doğrularımızı bile irdelemekten kaçınıyoruz.
Bu bilinç bulanıklığı labirentinde, gerçek artık sadece gözle görülür, elle tutulur olanla sınırlı değil. Kendi fikirlerimizi besleyen havayı soluduğumuz dijital fanuslar, gerçekle kurgunun iç içe geçtiği bir dünya sunuyor. Olgular, fikirler ve bakış açıları büyük bir karışım halinde ve herkesin kendine ait bir “doğrusu” var.
Hakikat Kayboldu mu, Yoksa Bağlam mı Değişti?
Peki, bu durum anlamın tamamen yittiği anlamına mı geliyor? Hakikat diye bir şey artık yok mu? Yoksa bağlamlar o kadar hızlı değişiyor ki, sabit bir referans noktası mı kalmadı? Eskiler, “Özgürlük nedir?” veya “Gerçek nedir?” gibi temel sorulara derinlemesine yaklaşırdı. Rüyamdaki edebiyat kahramanı Arif el-Hâzin’in sözü bu durumu özetliyor:
“Hakikat hem güzeldir hem ürkütücü; bu yüzden ihtiyatla ele alınmalı.”
Bu sözün hikmetini günümüzdeki hakikat kırılganlığında ve algoritmaların bizi nasıl kendi yankı odalarımıza hapsettiğinde görebiliriz. Bu sanal akvaryumlar, eleştirel düşünme kaslarımızı zayıflatıyor ve toplum olarak birbirimizi duyamaz hale getiriyor. Ortak akıl zemini erozyona uğruyor.
Hakikatin Çok Katmanlı Doğası ve Kategori Hatası
Hakikat; nesnel olanla, öznel hissedilenle, adaletle ve toplumsal uyumla iç içe geçmiş çok katmanlı bir kavramdır. Sadece haritanın doğruluğu değil, o haritayı çizenin niyeti ve güvenilirliği de önemlidir. Bir düşüncenin beyindeki izi ölçülebilir, ancak taşıdığı anlam ölçülebilir olanın çok ötesindedir.
Beyaz kalemli göçmen bir düşünürün de dediği gibi, konuştuğumuz her an üç farklı dünyayla bağ kurarız: Fiziksel dünya, kendi iç dünyamız ve kültürel arka planımız. Asıl mesele, bu farklı alanlardaki iddiaların kendine özgü geçerlilik ölçütleri talep etmesidir. İşte bu noktada büyük bir yanılgıya düşüyoruz: Kategori hatası!
Tartışmaları Anlamsız Kılan Hata
“Herkesin kendi gerçeği var” söylemi, bu boyutların ayrımını silikleştirir. Kişisel bir inancı, tartışılmaz bir nesnel gerçekmiş gibi sunarız. Ya da kültürel bir geleneği, evrensel bir doğru olarak dayatırız. Bu indirgeme, bir bilim insanı verilerden bahsederken bir başkasının yüreğinin sesini dinlediği, farklı kulvarlarda ilerleyen anlamsız diyaloglar yaratır. Rasyonel tartışma yerini bağnazca savunulara bırakır, toplumsal güven sarsılır.
Bilinç Evriminden Dijital Gerilemeye mi?
Jean Piaget ve Jürgen Habermas gibi düşünürler, insan bilincinin evrimiyle hakikat algısının nasıl değiştiğini incelemiştir. İlkel toplumlarda doğa olayları ilahi iradeyle açıklanırken, zamanla somut kurallar ve soyut düşünce gelişti. Hakikat, mantıksal tutarlılık ve eleştirel akıl yürütmeye dayandı.
Ancak günümüzdeki dijital fanuslar, bizi daha basit düşünce katmanlarına geri çekiyor gibi görünüyor. Karmaşık gerçekler yerine, basit ve duygusal olarak tatmin edici anlatıları tercih ediyoruz. Bu durum, her grubun kendi anlatısını mutlak hakikat sandığı “alternatif gerçekliklerin” ve derin ayrılıkların tohumlarını ekiyor. Sosyal medya bu kaçışı körüklerken, güven ve diyalog zemini kayboluyor.
Çıkış Yolu: Düşünme Sorumluluğu ve Cesaret
Peki, bu karmaşadan çıkış nerede? Çözüm, kendimizden başlamakta yatıyor. Düşünmeliyiz. Akıl yürütmeyi asla bırakmamalıyız. Çünkü düşünmek, salt zihinsel bir faaliyet değil; hepimizin omuzlaması gereken bir sorumluluk ve özgürleştirici bir eylemdir.
Şimdi karar zamanı. Geçmişin yükünde boğulmak yerine, yarının köprülerini kuracak taşları BUGÜN dizmeliyiz. Her samimi düşünceyi bir tuğla, her cesur sorgulamayı bir harç kabul ederek yeni yollar inşa etmeliyiz. O halde son soruyu soralım: Hakikate birlikte cesaretle bakmaya ve ilk adımı atmaya hazır mıyız?