Gülizar Biçer Karaca’dan Lozan Değerlendirmesi: Cumhuriyetin Kurucu Senedi Neden Hedefte?

Lozan: Egemenliğin ve Cumhuriyet’in Kurucu Harcı

Lozan Antlaşması, bir halkın esaretten egemenliğe onurlu yürüyüşünün hukuki temelidir. Bu topraklarda halk iradesinin emperyalizme karşı elde ettiği en belirgin siyasi zafer olarak tarihe geçmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün o meşhur sözü, “milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır,” Lozan’da somut bir devlete, bir haritaya ve bir hukuka dönüşmüştür.

Lozan Antlaşması, basit bir diplomasi zaferinin çok ötesindedir. Bu antlaşmayla Sevr’in dayattığı harita, ümmet ve tebaa anlayışı ile hanedanın tahakkümü tarihin derinliklerine gömülmüştür. Unutulmamalıdır ki, bu zaferin mimarlarından İsmet İnönü’nün karşısında, emperyalist dünya tüm siyasal kibri ve gücüyle duruyordu. O kibri mağlup ederek Lozan’a imza atmak, sadece özgür Türkiye’nin sınırlarını çizmekle kalmamış, aynı zamanda halkı kul olmaktan çıkarıp yurttaş yapan Cumhuriyet’in aklını, ahlakını ve irfanını da dünya sistemine kabul ettirmiştir.

Bu sebeple, Lozan’ı hedef alan her türlü açıklama, söz veya siyasi tutum, doğrudan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesine, ulusal egemenliğine ve anti-emperyalist hafızasına yönelik bir saldırı olarak görülmelidir.

Ümmetçilik ve Emperyalizmin Ortak Hedefi: Lozan

Lozan Antlaşması’nı “Kürtlerin inkarı” veya “hilafetin tasfiyesi” gibi argümanlarla itibarsızlaştırmaya çalışanlar, temelde iki gruba ayrılır: ya ümmetçi bir otoritenin rövanşını almak isteyen çevreler ya da kimlikçi bir çözülme yaratarak emperyalizmin yeni etnik mimarisine hizmet eden siyasi yapılanmalardır.

Bu durum göz önüne alındığında, bugün hem iktidar çevrelerinden hem de onların işbirlikçilerinden gelen Lozan karşıtlığı, ilk bakışta şaşırtıcı görünse de aslında tarihsel bir ortaklığa ve bilinçli bir mühendislik projesine dayanmaktadır.

Bu gruplardan biri hilafetin rövanşını almak amacıyla Lozan’ı aşındırmaya çalışırken, diğeri ise Osmanlı sonrası kurulan ulus-devlet sınırlarını emperyalizmin çizdiği tezine sığınarak etnik kimliklerini bir kurucu nefret üzerine inşa etmektedir. Her iki tarafın da dilinde “Lozan,” halkların önündeki en büyük engeldir. Çünkü ikisi de milletin egemenliğini değil, kendi projelerinin dokunulmazlığını arzulamaktadır. Lozan’a yönelik bu iki cepheli saldırının özünde aynı yapısal hedef yatmaktadır: Egemenliğin halktan değil, ya soyut bir ümmet tasavvurundan ya da dış destekli etnik bir özerklikten türetilmesi.

Rejim elitlerinin “Lozan’da kaybettik” söylemiyle bu saldırılara toplumsal rıza üretme çabası, halk egemenliğini etnik ve dinsel aidiyetlerle zayıflatmakta ve emperyalizmin yönetim mühendisliğine zemin hazırlamaktadır. Bu yüzden Lozan’ı itibarsızlaştırma çabaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin modern hukuk düzenini, laik yurttaşlık fikrini ve siyasal bütünlüğünü tasfiye etme sürecinin en ön cephesini oluşturur.

Lozan’ı Savunmak Cumhuriyeti Savunmaktır

Lozan’ı savunmak, aslında Atatürk’ün istiklâl ruhunu, İnönü’nün diplomatik dehasını ve Cumhuriyet’in laik, halkçı ve bağımsızlıkçı temelini savunmaktır. Bugün Lozan’ı savunarak, bir diplomatik belgeden çok daha fazlasına; halk egemenliğine, laikliğe, yurttaşlık hukukuna ve bağımsızlığın onuruna sahip çıkıyoruz.

Tekrar vurgulamak gerekir ki; Lozan, bu ülkenin cemaatlere, aşiretlere ya da dış müdahalelere değil, doğrudan doğruya halka dayanma iradesinin adıdır. Bu iradeye yönelen her saldırı, kaynağı ne olursa olsun, halkın birliğini parçalamayı hedefleyen hiçbir siyasal projeye meşruiyet kazandıramaz.

Cumhuriyet’in harcı Lozan’dır. Bu harcı sökmeye çalışan herkes, bu toprakların en köklü ortak değerine kastetmektedir. Artık bu değerin nöbeti, halkın omuzlarındadır ve halkımız bu tehdidi de bertaraf edecek irfana ve iradeye sahiptir.

GÜLİZAR BİÇER KARACA
CHP DENİZLİ MİLLETVEKİLİ