Türkiye’nin Suriye Politikasındaki Stratejik Hatalar
Suriye, günümüzde jeopolitik olarak uzak durulması gereken bir bölge olmasına rağmen, Türkiye en uzun kara sınırı nedeniyle bu lükse sahip değil. Ancak mevcut iktidar, ulusal güvenlik ve beka gibi tartışılamaz konulara rağmen Suriye krizine yanlış bir noktadan yaklaştı. Son aylardaki gelişmelerin doğru okunamaması, “Şam’ın fethi tamamdır, sıra Kudüs’tedir” gibi tepkisel söylemlerle sonuçlandı ve bu durum endişe verici bir tablo ortaya koydu.
“Esad’ı Türkiye devirdi” gibi iddiaların üstlenilmesi veya “Arapların devletini kim yıktı?” gibi tartışmaların tarafı olmak, Türkiye’ye uluslararası alanda ağır bedeller ödetebilir.
İsrail, HTŞ ve Dürziler Üçgeninde Artan Gerilim
Laik Esad yönetimini zayıflatmak için her fırsatı değerlendiren İsrail‘in, cihatçı bir yapı olan Hey’et Tahrir el-Şam (HTŞ) iktidarına komşu olmayı kabul etmesi düşünülemez. Paramiliter bir güçken “Suriye askeri” konumuna yükseltilen HTŞ’nin cihatçı mantığını koruması, İsrail için büyük bir tehdittir. Bu noktada İsrail’in, bölgedeki Dürzileri kışkırtmaya devam etmesi kaçınılmazdır. Bu denklemin çözümü, HTŞ’nin kendisini tamamen inkâr etmesiyle mümkündür ki bu da mevcut koşullarda olası görünmemektedir.
Bu karmaşık durumda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Müdahale ederiz” açıklaması gündeme geldi. Ancak bu müdahalenin kime karşı olacağı sorusu yanıtsız kalıyor: Dürzilere mi, yoksa İsrail’e mi? Türkiye’nin kendini nasıl bir uçurumun kenarında bulduğu ciddi bir şekilde sorgulanmalıdır.
Göz Ardı Edilen Maliyet ve Tarihi Dersler
Geçmişte baba Esad dönemindeki Suriye-Lübnan ilişkilerinin şizofrenik yapısı, bugüne dair önemli dersler barındırmaktadır. Ancak bu dersleri alabilmek için tarihe önem vermek gerekir. Bugün Suriye’de bulunan Türk askerinin sayısı ve bu askeri konuşlanmanın ülke ekonomisine getirdiği maliyetin hesaplanması elzemdir. Bu maliyet, “Emekliye neden yeterli maaş verilmiyor?” sorusuyla birlikte düşünülmelidir.
ABD ve İsrail’in Bölgesel Stratejileri
ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi ve Trump‘ın Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın “Osmanlı millet modeli” ve “YPG’nin dadısı değiliz” gibi ifadeleri, bölgedeki dengelerin ne kadar hassas olduğunu göstermektedir. İsrail’in Suriye’de güçlü bir ulus devlet istemediği gerçeği ve Trump’ın “Haritaya bakın, İsrail küçücük bir ülke” sözleri unutulmamalıdır. ABD’nin Dürzileri kışkırtma konusunda şimdilik tarafsız görünse de yakında destek vermesi ve İsrail’in YPG’ye olumlu bakmaya başlaması, Türkiye aleyhine bir pozisyon değişikliği riskini barındırmaktadır.
İç Politikadaki Tehlikeli Yankılar
Suriye’de üniter bir devlet yapısı savunulurken, Türkiye iç politikasında ortaya atılan bazı fikirler çelişki yaratmaktadır:
- Metin Külünk’ün “Birleşik Türkiye Cumhuriyeti” söylemi.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap birlikteliği” vurgusu ve ümmetçilik ideolojisi.
- Devlet Bahçeli’nin “İki cumhurbaşkanı yardımcısından biri Kürt, biri Alevi olsun” önerisi.
Bu tür söylemler, Türkiye’nin üniter yapısını ve sınırlarını tartışmaya açma potansiyeli taşımaktadır ki bu, 85 milyon için büyük bir tehlikedir.
Sonuç: Bataklık Derinleşiyor mu?
Türkiye, ümmetçilik veya yeni Osmanlıcılık gibi idealler uğruna ne kadar ileri gidecek? Mustafa Kemal Atatürk’ün hedef gösterdiği “muasır medeniyetler seviyesi” nerede kaldı? Bölge politikalarındaki öngörüsüzlükler ve iktidarın hayal mahsulü projeleri, Türkiye’yi tarihin yanlış bir noktasına sürüklemiş görünüyor. Görünen o ki, Ortadoğu bataklığına doğru tehlikeli bir sürükleniş yaşanmaktadır.