Türkiye İklim Krizinin Pençesinde: Yangınlar ve Kuraklık Tehlikesi
Türkiye, bitmek bilmeyen ve rüzgarın etkisiyle şiddetlenen orman yangınlarıyla mücadele ediyor. Eskişehir’de yaşanan son faciada, 5’i orman işçisi ve 5’i AKUT gönüllüsü olmak üzere 10 canımızı yitirdik. Haziran ayının başından bu yana İzmir, Ödemiş, Sakarya, Bilecik, Eskişehir ve Karabük gibi birçok ilde toplam 1728 orman yangını meydana geldi. Bu yangınlar sadece ağaçları değil, ormanın tüm ekosistemini, hayvanları, bitkileri ve diğer canlıları da yok ederek kalıcı bir tehdit oluşturuyor.
Avrupa Birliği’nin Copernicus uydu izleme sistemine göre Türkiye haritası adeta kırmızıya boyanmış durumda. Birçok bölgede yangın riski “kritik” ve hatta “aşırı tehlikeli” seviyelerde seyrediyor. Orman Mühendisleri Odası, daha yangın sezonunun başında olmamıza rağmen yangın sayısında ve yanan alan miktarında endişe verici bir artış olduğuna dikkat çekerek, küresel ısınmanın etkilerinin daha sık ve şiddetli görüldüğü uyarısını yapmıştı.
Kuruyan Topraklar ve Azalan Su Kaynakları
Türkiye, iklim değişikliğinin en şiddetli yaşandığı coğrafyalardan birinde yer alıyor. Ülke, bir yandan orman yangınlarıyla boğuşurken diğer yandan kuruyan göller, çatlayan barajlar ve yetersiz kalan su projeleriyle yüzleşiyor. Bu doğal krizlere, rant uğruna doğayı ve insanı hiçe sayan politikalar da eşlik ediyor.
Birleşmiş Milletler raporlarına göre, Türkiye topraklarının yüzde 88’i çölleşme riski altında. Akdeniz havzasında 2100 yılına kadar sıcaklıkların 4-5°C artması, yağışların ise %30 azalması öngörülüyor. Bu durumun sonuçları oldukça vahim:
- Tarım ve gıda güvenliği büyük bir tehdit altında.
- Türkiye’nin su kaynaklarının %75’i tarımda kullanılıyor ve nüfusun %80’i beş yıl içinde kuraklık riskiyle karşı karşıya kalabilir.
- OECD verileri, Türkiye’nin 2030 yılı itibarıyla “su fakiri” bir ülke konumuna düşeceğini gösteriyor.
Tartışmalı Mega Projeler ve Su Yönetimi
Melen Barajı: Bitmeyen Bir Mühendislik Skandalı
İstanbul’un su ihtiyacını karşılaması beklenen Melen Barajı, yıllardır tamamlanamayan bir proje olarak öne çıkıyor. Yanlış mühendislik kararları ve kurumsal anlaşmazlıklar nedeniyle proje durma noktasına geldi. Baraj tipinin son anda değiştirilmesi, zeminde çatlaklara yol açtı ve defalarca yapılan güçlendirme ihalelerine rağmen baraj hâlâ işlevsiz durumda. Bu gecikme, İstanbul’un su güvenliği için büyük bir risk taşıyor.
Kanal İstanbul: Susuzluğu Derinleştirecek Bir Proje mi?
İktidarın “çılgın proje” olarak tanıttığı Kanal İstanbul, su yönetimi açısından ciddi riskler barındırıyor. Bilim insanları, projenin şu tehditleri beraberinde getireceği konusunda uyarıyor:
- Proje güzergahı, Sazlıdere Barajı’nı devre dışı bırakarak Avrupa yakasının tatlı su kaynaklarını azaltacak.
- Yeraltı sularının tuzlanma riski bulunuyor.
- Kanal çevresinde kurulacak yeni yerleşimler, bölgedeki su talebini daha da artıracak.
İklim Yasası ve Rant Politikaları Arasında Türkiye
Türkiye, yangın, kuraklık ve deprem gibi birbiriyle bağlantılı çoklu afet riskiyle karşı karşıya. Ormanların yok olması toprağın su tutma kapasitesini düşürürken, aksayan su projeleri ülkeyi afetlere karşı daha savunmasız bırakıyor.
24 Temmuz 2025’te Uluslararası Adalet Divanı’nın aldığı tarihi karar, iklim kriziyle mücadelede yeni bir dönem başlattı. Mahkeme, şu kararı verdi:
“İklim krizini çözmek, fosil yakıtların yakılmasını durdurmadan mümkün değil. Bu yükümlülük, tüm ülkeler için bağlayıcı.”
Bu karar, devletleri iklimi olumsuz etkileyen projelerden sorumlu tutuyor. Türkiye’nin de bu karara uyması gerekirken, Kanal İstanbul gibi rant odaklı projeler bu yeni hukuki gerçeklikle çelişiyor. Maden ruhsatları, kıyıların betonlaşması ve ekosistemleri yok eden mega projeler, yalnızca bugünün değil, geleceğin de felaketine zemin hazırlıyor.