Anadolu’nun Nesilden Nesile Aktarılan Hikayeleri
Anadolu’da her şehrin kendine özgü bir insan hikayesi vardır; tıpkı her insanın yaşadığı şehre dair anlattığı öyküler gibi. Bu hikayeler bazen güldürür, bazen düşündürür, bazen de derinden hüzünlendirir.
Çocukluğumuzda büyüklerimizden merakla dinlediğimiz bu öyküler, onların anlatımıyla canlanırdı. Kimi zaman gözyaşlarına boğulur, kimi zaman da kahkahalarla gülerlerdi. Bizler de onlarla birlikte komik anılara katıla katıla güler, hüzünlerini anlamaya çalışırdık.
Zamanın Değiştirdiği Anlatıcılar ve Duygular
Şimdi zaman geçti ve devir değişti. Artık anlatanlar sınıfına bizler de dahil olduk. Yaşanmışlıklar yüreğimizi yumuşattı, göz pınarlarımızı daha hassas kıldı. Artık daha çabuk hüzünlenip kolayca ağlıyoruz. Mizahi bir anıyı anlatırken bile kahkahalarımıza bir hüzün karışıyor. Her türkü, gönül telimizi farklı bir notadan titretiyor. Uzun havaların, ağıtların hakkını verir olduk. Âşık daha “Gayrı dayanamam ben bu hasrete” demeden gözyaşlarımız sel olup akıyor.
Eskiden neşeyle eşlik ettiğimiz kırık havaları ise artık pek sevmiyoruz. Kırık kalplerimize iyi gelmiyor, adeta bir alerji gibi kulaklarımızı rahatsız ediyor. Bir zamanlar ritme ayak uyduran dizlerimiz, şimdi yolda yürümekte zorlanırken, o hareketli melodilere nasıl eşlik etsin?
Hikaye Anlatma Sanatı ve İyi Bir Dinleyici Olmak
Şehirlerin hikayeleri genellikle acıklıdır ve bunları anlatabilmek her yiğidin harcı değildir. Anlatırken o anı hissetmek, adeta yaşamak gerekir. Ancak bu yeterli mi? Elbette değil. Önemli olan, hissederken dinleyene de hissettirmek, yaşarken yaşatmaktır. Aksi takdirde anlattıklarınız, rüzgarda savrulan kuru bir laf yığınından ibaret kalır.
Peki, tüm maharet anlatıcıda mıdır? Dinleyicinin hiç mi rolü yoktur? Elbette vardır. Ciddi meseleler ve acıklı hikayeler, onları anlayabilecek iyi bir dinleyiciye anlatılmalıdır. Çünkü bu kavruk şehirlerin, eli nasırlı, çilekeş insanlarının hikayelerini her yürek kaldıramaz.
Şehir Kavramı ve Kapsayıcılığı
“Şehir” dediğimde, bunu kuşatıcı bir anlamda düşünün; köyü de kasabayı da içine alan bir kavram. Çorumlu denince sadece Saat Kulesi’nin etrafındakiler değil, Eskice Köyü’nden Alaca’ya kadar herkes akla gelir. Tıpkı Ankaralı denince Kızılay ve Ulus’un yanı sıra Beypazarı’ndan Bağlum’a kadar tüm hemşehrilerin kastedildiği gibi.
Paylaşmanın ve Kardeşliğin Kültürü
Anadolu insanı her şeyini birbiriyle paylaşır. Eğer araya nifak sokanlar olmazsa, onların kardeşliğine ve muhabbetine asla zarar gelmez. Acılarını da sevinçlerini de, varını da yoğunu da paylaşmayı severler. Gönül meclislerini kadim dostluklarla örer, hanelerini tatlı sohbetlerle ısıtırlar. Bu yüzden hikayelerini de bir köy odasında, bir kahvehane köşesinde veya büyük bir salonda birbirleriyle paylaşmışlardır.
Gönül Heybesindeki Yük ve Geçmişle Hesaplaşma
Gönül heybemiz, biriktirdiğimiz onca hatırayla göğüs kafesimize ağır gelmeye başladı. Her hatıra, bir özlemin ucu yanık mektubu gibi burnumuzun direğini sızlatıyor ve ardından derin bir “ah” çektiriyor. Bu “ah” ile ciğerlerimizin her köşesi tutuşuveriyor. Hatıralar canlanıp adeta mahşer günü gibi bizden hesap soruyor: Nedenler, niçinler, nasıllar yakamıza yapışıyor. Sonra dilimize “keşkeler” dolanıyor. Büyüklerimiz “keşke şeytandandır” dese de kendimizi alıkoyamıyoruz.
Anadolu İnsanının Şair Yüreği
Anadolu’da neredeyse herkesin bir şair tarafı vardır. Kimimiz ise bunu bir adım öteye taşıyıp dile geleni tele dökeriz. Bize “âşık” derler, “ozan” derler. Gönülden kopan sözleri türkü eder uçurur, ağıt eder gönüllere ateş düşürürüz. Bu topraklarda nice şarkılar gönüllere taht kurmuştur ama biz “bu bizimdi” demeye utanırız. Çünkü biliriz ki her şeyin sahibi Allah’tır, bizler sadece birer emanetçiyiz.
Sırlanmış Küpler ve Sessiz Gönüller
Bizim insanımızın, okumuş yazmış olsun ya da olmasın, kendine dair sırlanmış bir hikayesi vardır. Bu hikayelerin küpü açılmaz. Harfler, hatıralar, siluetler bir arı kovanı gibi içimizde uğuldar durur ama sese dönüşmez. Her şey, imgelerle örülü bir şiir gibi bir sembolün ardına gizlenmiştir. Bu yüzden kimin gönlünde ne yangınlar yandığı, kimin bağrında kaç mezar olduğu pek bilinmez.
İşte bu yüzden şairdir Anadolu şehirlerinin ketum insanları. İçindeki zehri bir acı hoyratın feryadıyla, sessiz gözyaşlarıyla akıtır. İşte bu, bizim hikâyemizdir. Anlayanlara ve dinleyenlere selam olsun.